<B>Devrimci Siteler</B>
   
 
  Haber Arşivi

 

Utanmaz adam!

image

12 Eylül dönemiyle ilgili işkence "iddiaları"nı 28 yıldır çeşitli gerekçelerle savuşturan darbeci general Kenan Evren, şimdi de "işkence vardı ama benim rolüm ve yetkim yoktu, Bakan çıkıp özür dilemeliydi" dedi. Oysa zamanında böyle konuşmuyordu.

soL (HABER MERKEZİ) 12 Eylül darbesinin komutanı ve 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, geçtiğimiz günlerde basına verdiği demeçle yine gündeme geldi. Engin Çeber'in cezaevinde gördüğü işkence sonucu ölmesinin ardından hükümetin özür dilemesini "doğru bulduğunu" söyleyen Evren, 12 Eylül sürecindeki işkence suçları ile ilgili olarak da, topu dönemin İçişleri Bakanı'na attı. 1980'den bu yana Türkiye'de işkence olup olmadığına bir türlü karar veremeyen, her koşulda sorumluluğu başkalarının üstüne atmaya çalışan Evren'in, çeşitli yıllarda işkenceyle ilgili yaptığı açıklamaları derledik.

Yıl 2008: "Yaptıysa polis yaptı, ben nasıl engel olayım"
Önceki gün Hürriyet gazetesine konuşan Evren, şunları söyledi:  "12 Eylül döneminde işkence olmamıştır diyemem, olmuştur. Bu bizim kontrolümüzde değildi ki. Orada cezaevlerinin başında görevliler aynen duruyordu. Biz onları alıp da yenisini vermedik. Polis aynı polis. Yapmışlarsa onları ilgilendirir. Oradaki idarecilerin, sıkıyönetim komutanlarının bunu takip etmeleri lazımdı."

"Cumhurbaşkanı'nın ne sorumluluğu olabilir ki?"
"Bugün Bakan'ın yaptığı doğru. O zaman da Bakan vardı, özür dilemek onlara düşerdi, Cumhurbaşkanı'na düşmezdi. Nitekim bugün de özür dileyen Cumhurbaşkanı değil" diyerek Cumhurbaşkanı Gül'e arka çıkan Evren ayrıca, "İşkence korkunç bir şey ama ne yaparsınız, oradaki insanlar bunu yapabiliyor. Ama sonra da cezasını çekiyor" dedi.

Yıl 2007: "Gardiyanlar çok çekmişti, intikam aldılar"
Evren, bundan tam bir yıl önce, 7 Kasım 2007'de Milliyet gazetesinde Fikret Bila'ya verdiği röportajda, "işkenceciler de insan" söylemi eşliğinde, topu gardiyanlara atmıştı. Bila'nın "Diyarbakır Cezaevi'nde olanları neye bağlıyorsunuz?" sorusu üzerine Evren, "benim kanaatim şu: Cezaevlerinde o gardiyanlar, 12 Eylül öncesi dönemde çok sıkıntı çektiler. Hatırlarsanız, anarşi döneminde cezaevlerini oradaki suçlular yönetiyordu. İdare onların eline geçmişti. Mahkumlar, gardiyanları yakalarlar, onları döverler, rehin alırlar... Bu gardiyanlar çok çektiler. 12 Eylül olunca da bunlar mahkumlardan hınç aldılar. Tabii, sıkıyönetim komutanlıkları da orayı disiplin altına almak için, onların başına subaylar verdiler. Bu subaylar da eğitim yaptırdılar, talim yaptırdılar, Atatürk ilkelerini, inkılaplarını öğrettiler. İstiklal Marşı'nı söylettiler" demişti.

"Ben onlara işkence yapın demedim ki"
Evren, röportajın devamında şu sözlerle kendini aklamaya çalışmıştı: "Şimdi bunlara eza yapın, işkence yapın diye bir şey söylenmemiştir. Benim ağzımdan böyle bir söz çıkmamıştır. Hatta, hatırlarım: Bir astsubay doğuda işkence yapmış. Onun mahkumiyet kararı geldi bana. Ben onayladım, imzaladım. Bir polis de mahkum oldu. Bunlar mahkemelere verilirdi. Onu, benim üzerime yüklemiyorlar mı? Sanki, ben, 'filan hapishanedeki filan adama işkence yapın' demişim gibi..."

"Sanki bizden önce işkence yok muydu?"
12 Eylül'de işkence yapıldığını yalanlamayan Evren, işkence metodlarına ilk kez kendi döneminde başvurulmadığını söyleyerek temize çıkmaya çalışırken, aslında Türkiye'de işkencenin sistematik bir şekilde uygulandığını açıkça dile getiriyor, polis yetkilerinin artırılmasının bu uygulamadaki rolüne de ayrıca parmak basıyordu:

"Sanki, işkence, 12 Eylül'den önce karakollarda yok muydu? Bütün karakollarda vardı. Yani karakola düştün mü, kötü muamele yapılıyordu. 12 Eylül'de biz polisi serbest bıraktık, rahat çalışsın diye. Onlar yine yaptılar bunu. Sorgulama yapılıyor. Söyletebilmek için bazı usulleri var onların. Onları kullanarak bilgi alıyorlar. Bunları Almanlar da yapıyordu, İngilizler de, ABD'liler de, Fransızlar da... Onlar yapmadı mı? Vaktiyle herkes işkence yapıyordu. Yaptılar, sonra 'intihar etti' dediler Almanlar, Baader-Meinhof çetesi için..."

Yıl 1985: "Türkiye'de işkence ve fikir suçu yoktur"
1980 sonrasında sürekli gündemde kalan işkence "iddialarını" Kenan Evren de, Konsey de örtbas edemedi. Başta Konsey üyeleri olmak üzere devlet yetkilileri, dönem dönem açıklamalarda bulunma zorunluluğu hissettiler. 28 Nisan 1985'te dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, "Türkiye'de işkence ve fikir suçu yoktur" diyordu.

12 Eylül döneminde yaptığı işkencelerle ilgili olarak Nokta dergisine itiraflarda bulunan polis memuru Sedat Caner, 31 Ocak 1986 tarihinde Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na teslim oldu. 6 Şubat'ta Başbakan Turgut Özal işkence iddialarını yalanladı, "suimuamele" var dedi. Tam bir yıl sonra, 6 Şubat 1987'de ise Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, işkence olaylarında, işkencecilerin yanı sıra devletin de sorumlu tutulmasını kararlaştırdı. Ancak, darbeciler, Anayasa'da bulunan "2356 sayılı yasa ile kurulmuş olan Milli Güvenlik Konseyi, işlemlerinden, eylemlerinden dolayı yargılanamaz" şeklindeki geçici 15. madde tarafından korundukları için yargılanamadılar.

Yıl 1981: "İşkence avazeleri yüzünden suçluları konuşturamıyoruz"
27 Ağustos 1981 - 1 Temmuz 1983 tarihleri arasında Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri görevini yürütecek olan 19. Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ da, işkence "iddiaları" nedeniyle polisin rahat çalışamamasından şikayetçi olmuştu. "Kenan Evren'in Anıları" adlı kitapta aktarıldığına göre, Üruğ, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olarak 4 Aralık 1979 tarihinde yapılan sıkıyönetim koordinasyon toplantısında, "suçluyu konuşturmak için yapılan en küçük bir müdahale, işkence avazelerine sebep olmaktadır ve işkence avazeleri karşısında derhal polis aleyhine soruşturma açılmaktadır" demişti.

"Konseyimize kastedenler cezaevinde kurşuna dizilsin"
Yine "Kenan Evren'in Anıları" adlı kitapta geçen, daha öncesinde de 25 Aralık 1990 tarihinde Milliyet gazetesinde tefrika edilen anılarda açıklandığı üzere, Evren, kendisi ya da Milli Güvenlik Konseyi üyelerinden herhangi birinin suikaste uğraması durumunda, suikasti gerçekleştiren örgütün hapisteki elemanlarının kurşuna dizilmesi yolunda emir vermişti.

Aleviler büyük yürüyüşe hazır

image

Alevi Bektaşi Federasyonu üyeleri, Türkiye’nin her yerinden yarın Ankara’da gerçekleşecek miting için yola çıktılar.

soL (HABER MERKEZİ) Alevi Bektaşi Federasyonu’nun düzenlediği,  zorunlu din derslerinin kaldırılması, Cem evlerinin ibadethane olarak tanınması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması ve Madımak Oteli’nin müzeye dönüştürülmesine yönelik taleplerin yerine getirilmesi için, Ankara’ya yürüyecek.

Ankara’da gerçekleşecek mitinge katılmak üzere bugün otobüslerle İstanbul’dan da yola çıkıldı. Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu ve beraberindeki federasyon üyeleri, Kadıköy’den otobüslerle Ankara’ya hareket etti.

Kenanoğlu, İstanbul’un yanı sıra Ordu, Balıkesir, İzmir, Antalya, Adana ve Diyarbakır’dan da yola çıkıldığını belirterek, Karadeniz, Doğu Anadolu ve Akdeniz bölgelerinden hareket edecek olan grupların da Hacıbektaş Kasabası’na uğrayacağını söyledi. Ankara’da federasyona bağlı diğer Alevi dernekleri, çeşitli sivil toplum örgütleri ve sendikaların üyeleriyle buluşacaklarını ifade eden Kenanoğlu, yürüyüşün ardından mitingin yapılacağını bildirdi.

”AKP gericiliğine karşı yürüyoruz”
ABF Genel Başkanı Balkız yarın gerçekleşecek mitingle ilgili şunları söyledi:

”Hükümetin azgınlaştırdığı gericilik dalgasını bertaraf etmek, hemen hemen her alanda sergilediği hukuksuzluğa güçlü bir sesle hayır diyebilmek için başlattığımız bu eylemlilikte sendikaları, demokratik kitle örgütlerini, sol siyasi partileri, tüm Alevi örgütlerini, musahip, yoldaş olarak görmek istiyoruz. Ayrımcılık değil sadece eşitlik talebinde bulunan Alevilere gereken desteği vereceklerine inanıyoruz.

Bu yürüyüş, din ve vicdan özgürlüğü, düşünceyi ifade etme özgürlüğü yanında, her türlü tahakküme, telkine, tehdide karşı basın özgürlüğü içindir de. Bu yürüyüş tüm bu nedenlerin üstünde AKP gericiliğini önümüzdeki yerel seçimlerde, Ankara’dan başlayarak, Ankara Çayı örneği, derelere süpürme, ortalığı temizleme içindir de."


 

Brokerlık zanaati de öldü!

image

Uzaktan işlemlerin ağırlık kazanmasıyla birlikte seans salonlarının kapatılması gündemde. İşlerini kaybetme endişesi taşıyan brokerlar, dün eylemdeydi.

soL (HABER MERKEZİ) İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda (İMKB) uzaktan işlemlerin ağırlık kazanmasının ardından işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan brokerlar dün "işlem yapmama eylemi" yaptılar.

Sermaye Piyasası Kurulu tarafından başlatılan uygulama çerçevesinde, artık brokerlar sistemlerine doğrudan emir göndermek yerine kendi sistemlerinden emir gönderecekler. Bu uygulama, seans salonlarına olan ihtiyacı tamamen ortadan kaldırıyor. Uygulamanın tam olarak hayata geçirilmesinin ardından hiçbir aracı kurumun İMKB'ye broker göndermeyeceği ve pek çok brokerın işsiz kalacağı düşünülüyor.

Bugün gelinen noktada İMKB'deki emirlerin yüzde 95'i uzaktan erişimle veriliyor ve seans salonlarında bulunan brokerların verdiği emirler toplam emirlerin yalnızca yüzde 5'ini oluşturuyor.

Sembolik bir salon
Eylem nedeniyle bir açıklama yapan İMKB Başkanı Hüseyin Erkan, "en az bir seans salonunun işleme devam etmesine" çalıştıklarını söyledi.

Uzaktan erişime geçmeden önce broker sayısının 1200 olduğunu, uzaktan erişim başladıktan sonra aktif olarak işlem yapan broker sayısının 400'e gerilediğini söyleyen Erkan, düşüncelerini "biz yönetim olarak istedik ki bir seans salonumuz olsun, seans salonumuzda hiç olmazsa asgari sayıda broker tutalım dedik" şeklinde ifade etti.

Erkan bunun için 208 brokerın borsada kalacağı bir düzenleme yaptıklarını belirtti. Bu rakam, mevcut brokerların yarısının daha işini kaybedeceğini gösteriyor.

Gerek kalmayınca kenara atıldılar
Brokerlar, bir dönem finansal piyasanın sembolü haline gelmişlerdi. Omuzlarına kıstırdıkları telefonla alım-satım emirleri yağdıran, borsa çökünce onunla birlikte çöken, yükselince sevinçten havalara uçan broker fotoğrafları, insanların kafasında borsanın "fırsatlarla dolu ve heyecanlı bir yer" olduğu zannını oluşturmuştu.

Ancak gerçek durum bundan çok farklı. Borsada işlem gören hisselerin çok önemli bir kısmı borsada tek bir broker bulundurmayan dev aracı kurumlar tarafından kontrol ediliyor.
 
Zamanla işlemlerin elektronik ortamdan yapılabilme imkanları arttı.  Böylece borsada oynamak için elinde telefon, pür dikkat ışıklı panodaki hisse hareketlerini izleyen brokerlara da ihtiyaç kalmadı ve ihtiyaç kalmayan her iş kolu gibi kenara atıldılar.

Tez-Koop-İş sendikasında örgütlü brokerlar tarafından düzenlenen eylemde bundan dolayı hissedilen küskünlük hakimdi. İMKB'nin bahçesinde bulunan ve borsada ölen brokerları temsil eden heykelleri gösteren broker Kadri Kalabalık, 20 yıldır İMKB'de çalışıyor olduğunu ve artık yeni bir iş bulmasının çok zor olduğunu anlattı.


 

ÖSYM'den sınav açıklama rezaleti

image ÖSYM KPSS adaylarını internet başında çıldırttı.

İki milyona yakın insanın geleceğini ilgilendiren sınavın sonucuna açıklandıktan iki gün sonra ulaşılabilmeye başlandı.

soL (HABER MERKEZİ) Milyonlarca yurttaşın geleceğini ilgilendiren KPSS Ortaöğretim/Önlisans sonuçları Çarşamba günü açıklandı. Ancak 21 Eylül'de sınava girenler, sınava girdiklerinde döktükleri terden daha fazlasını internet başında sonuçlara ulaşmak için döktü. Sınav sonuçlarına ancak Perşembe günü  geç saatlerden itibaren ulaşılmaya başlandı.

Önlisans ve ortaöğretim düzeyinden adayların katıldığı KPSS Ortaöğretim/Önlisans sınavı 21 Eylül 2008'de yapılmıştı. ÖSYM tarafından yapılan ve sonuçları ilan edilen bu sınava 1 milyon 483 bin 765 ortaöğretim mezunu ve 373 bin 923 önlisans mezunu katılmıştı. İki milyona yakın işsiz genç bu sınavla geleceğini ararken, heyecanla beklenen, ÖSYM'nin ne zaman açıklanacağına dair hiçbir açıklama yapmadığı sınav sonuçları nihayet Çarşamba günü ilan edildi.

Sağlayıcı sabahın köründe de meşgul!
Ancak sınav sonuçlarının açıklanması sınava giren adayların sonuçları öğrenmesi anlamına gelmiyordu. ÖSYM'nin internet sitesinden duyurulan sınav sonuçları için bilgisayar ekranı başına geçen adaylar saatlerce siteye girip sonuçları almak için çabaladılar. Adaylar sabahın çok erken saatlerinde sonuçlarını öğrenmeye çalışırken dahi "sağlayıcı meşgul" ve "izin verilmeyen uygulama" gibi notlarla karşılaşırken sınav sonuçlarını ve bir işe yerleşip yerleşemeyeciğini merak eden milyonlarca KPSS adayı  çaresizce internet forumlarında birbirlerinden yardım istediler, birbirlerine destek olmaya çalıştılar.

Para toplarken çok hassaslar
Çarşamba günü açıklanan sınav sonuçlarına ancak Perşembe akşamı geç saatlerde ulaşabilmeye başlayan adaylar ÖSYM'ye de tepki gösterdiler. İnternet sitelerinde çeşitli forumlar oluşturan KPSS adaylarından, Perşembe akşam saatlerinde halen sınav sonucunu öğrenememiş bir vatandaş tepkisini "Sözün bittigi yer burası olsa gerek. Teşekkürler ÖSYM hem de çok teşekkürler.  1,5 milyon insanın 2 gündür yaşadığı kaos Türk tarihine kazınmıştır. Bu utanç sizin, eserinizle gurur duyun"  sözleriyle gösterdi. Yine aynı saatlerde halen ÖSYM sitesine girememiş bir başka aday ise KPSS adaylarınının sorunlarını paylaştığı bir forumda tepkisini şu sözlerle dile getirdi: "İki gündür uğraşıyorum hala öğrenemedim. Kınıyorum. Sınav ücretleri için gösterdiği hassasiyeti neden bu konuda gösteremiyor, milyonlarca insanı mağdur ediyor. Nasıl bir kurum bu."

ÖSS'de olsa...
ÖSS sınavının sonuçları açıklanması sırasında böyle bir olay yaşanmayacağını ifade eden bir başka yurttaş ise ÖSMY'ye şu şekilde tepki gösterdi: "Site 2:30'da çökmüş ama adamlar onarmak için kılını bile kıpırdatmamış, yoğunlukmuş. Pehh ÖSS'de hiç yoğunluk olmuyor galiba. Tabii ÖSS de millet 45 gün bekleyip açıklandıktan 1 gün sonra sonuçlarını öğrenemezse ortalık ayağa kalkar veya lisanslıların girdiği KPSS. Artık 2.değil 3.sınıf vatandaş olduğuma inandırdılar beni."

Basın ilgisiz
İki milyona yakın iş beklentisi içersinde olan yurttaşı ilgilendiren sınav sonuçlarının açıklanması ÖSYM'nin ciddiyetsizliği nedeniyle skandala dönüşürken yaşanan duruma yazılı ve görsel medya kuruluşlarının ilgisizliği de dikkat çekti.

TKP Ampulü patlatıyor

image

Türkiye Komünist Partisi, yarın yapacağı bir basın açıklamasıyla, AKP hükümetine karşı yeni bir kampanya başlatıyor.

soL (HABER MERKEZİ) Türkiye Komünist Partisi, “AKP’den büyük halk var – Siz getirdiniz siz götüreceksiniz” sloganıyla yürüteceği AKP karşıtı kampanyayı, yarın Galatasaray Meydanı’nda yapacağı bir basın açıklamasıyla başlatacağını duyurdu.

Dünyada yaşanan ekonomik krizin etkilerinin Türkiye’ye de yansımaya başladığı, krizin faturasının emekçilere ödetildiği, ülkenin her yerinden işçilerin işten çıkarıldığı söylenen açıklamada, doğalgaz zammına da değinilerek, “insanın en temel ihtiyacı olan ısınma ve aydınlanma hakkı, kriz bahane edilerek gasp edilmeye çalışılıyor. Emekçiler karanlığa ve soğuğa mahkum edilmek isteniyor. Elektriğe ve doğalgaza yüzde 80'lere varan zamlar yapılıyor. AKP iktidarı, okullara verilen doğalgaz parasını öğrenci velilerinden  çıkarmak için genelgeler yayınlıyor” deniliyor.

Türkiye Komünist Partisi, “AKP'ye ve emek düşmanı politikalara karşı, bütün emekçileri ampul patlatmaya" çağırıyor. Basın açıklaması, 9 Kasım Pazar günü saat 13:00'te Galatasaray Meydanı'nda yapılacak.

ABD karşıtlığı Obama'dan döndü

image

Son dönemde ABD karşıtı bir söylem geliştiren PKK, Obama'nın Başkan seçilmesinin hemen ardından tutumunu gözden geçiriyor. Zübeyir Aydar ve Murat Karayılan Obama'ya "biz ABD düşmanı değiliz" diye mektup yazdı.

soL (HABER MERKEZİ) Fırat Haber Ajansı'nda (ANF) yayınlanan bir habere göre, Koma Civaken Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ve Kongra-Gel Başkanı Zübeyir Aydar, ABD'deki seçimleri kazanan Obama'yı tebrik etmek için bir mektup yazdılar. Kürt hareketinin tarihinden ve son dönemde ABD ile olan ilişkilerinden bahsedilen mektupta "Seçim kampanyanız, değişim, barış, özgürlük, eşitlik, adalet gibi yüksek ahlaki değerlere dayalı söyleminiz, dünyanın her tarafında olduğu gibi, halkımız tarafından da ilgi ve sempatiyle izlendi" denildi.

"Bush yanlış yaptı"
Mektupta, PKK hareketinin amaçlarını "Kürt Halkının her halk gibi kendi ülkesinde özgür olarak yaşamasını talep ediyoruz. Aynı zamanda Ortadoğu'da her düzeyde örnek alınabilecek, başta kadın hakları olmak üzere insan haklarını temel alan, laik-demokratik bir hareketiz. Ülkelerin sınırlarını parçalamadan, sorunun mevcut sınırlar dahilinde hak eşitliği temelinde çözümünden yanayız" sözleriyle anlatan Karayılan ve Aydar, Bush'un kendilerine haksızlık yaptığını iddia ettiler.

Başkan Bush döneminde PKK hareketinin haksız bir şekilde terör listesine alındığını söyleyen Karayılan ve Aydar, "En son olarak geçen sene Türkiye'yi memnun etmek için Sayın Bush tarafından hareketimiz ABD, Irak ve Türkiye'nin düşmanı ilan edildi. Türkiye'ye gelişmiş silahlar verildi, askeri istihbarat desteği sağlandı" dediler. Hiç kimsenin düşmanı olmadıklarını belirten Karayılan ve Aydar'ın "Biz kimsenin düşmanı değiliz, hele hele Irak ve ABD'nin hiç değiliz. Bu güne kadar dünyanın hiçbir yerinde ABD veya ABD'lilere yönelik en ufak bir olumsuz eylemimiz olmamıştır. Biz Türkiye'yle de sorunu diyalog yoluyla barışçıl demokratik bir şekilde çözmek istiyoruz" vurguları dikkat çekti.

Talepler
ABD'den Türkiye ile ilişkilerini bozması gibi bir talepleri olmadığını belirten Karayılan ve Aydar, "Biz sizden ilişkilerinizi devreye sokarak, bu sorunun diyalog yoluyla çözülmesine yardımcı olmanızı istiyoruz. Kürt sorununu çağdaş bir çözüme kavuşturan Türkiye, hem demokratikleşir, hem Ortadoğu da barış ve istikrara daha çok katkı sunabilir, hem de sizinle daha iyi bir müttefik haline gelir" dediler.

Obama'nın seçim zaferini kutlamak için bir mesaj yayınlayan Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) de, mesajında, "Amerika'nın PKK'yi düşman ilan ettiği siyaset değiştirilsin. Zira Kürt halkı ve PKK, ne Amerika halkı ne de hiçbir halka karşı düşmanlık yapmadı ve yapmayacaktır" dedi.

Bush'lu yılları
ABD'nin Irak müdahalesini olumlu bir gelişme olarak değerlendiren PKK ile ABD'nin arası son dönemde açılmıştı. Bir dönem, PKK'nin, ABD'nin olası İran müdahalesini desteklemeye hazırlandığı söylenirken, Murat Karayılan'ın Amerikan Newsweek dergisine "ABD'nin müttefiki olabiliriz, düşmanlarımız aynı. ABD bizi hep düşmanlarımızın gözüyle gördü. Oysa biz, dost olarak algılanmak istiyoruz. 7 bin silahlı savaşçımız, İslami köktenciliğe karşı ABD'nin müttefiki olabilir. Türklerin aksine, Kürtler fazlasıyla ABD sempatizanıdır. Eğilimleri, Amerikancılık yönündedir" ifadelerini kullandığı bir açıklama yaptığı iddia edilmişti.

ABD ile Türkiye arasındaki istihbarat alışverişi anlaşmasının ardından Roj TV'de katıldığı bir programda konuşan Karayılan, Ortadoğu'ya müdahale sırasında Kürtlerin büyük risk alarak ABD'ye yardım ettiklerini belirtmiş ve ABD'nin Kürtlerle ikili oynadığını ileri sürmüştü. Karayılan, "ABD Irak'taki Kürtlere 'haklarınızı vereceğim' diyor. Türkiye'deki Kürtlere 'sizi yok edeceğim' diyor. Bu ne kadar ahlaki bir politikadır? Biriyle dost, biriyle düşman olamazsınız" demişti.

PKK'nin ABD ile ilişkilerinde asıl sorunlu dönem son aylarda Barzani ile Türkiye arasında ABD yönlendirmesiyle yaşanan yakınlaşmayla birlikte başladı. Son aylarda birçok gösteride "Kahrolsun ABD emperyalizmi" sloganının atılmasının bu yakınlaşmaya tepki olduğu ileri sürülüyordu. Obama'ya yazılan mektupla birlikte PKK ABD'ye bir kez daha, "bizi dışlamayın" mesajı vermiş oluyor. Mektubun en ilginç bölümü ise, "Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye'nin ABD'nin daha iyi müttefiği olacağı"na ilişkin düşünce. Böylelikle Kürt sorununun çözümünden demokratikleşme bekleyenlere, ABD ile Türkiye'nin müttefiklik ilişkilerinin düzelmesini bekleyenler de eklenmiş oldu. 

Sendikalar krize hazır mı?

image

Sermaye örgütleri ve onlarla birlikte hükümet kriz politikalarını belirliyor. Ya sendikalar? DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, KESK Genel Başkanı Sami Evren ve Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın sorularımızı yanıtladı.

soL (HABER MERKEZİ) İşçi örgütlerinden ekonomik krize tepkiler gelmeye başladı. Patronların kıdem tazminatı, işsizlik fonu gibi haklara göz dikerek kriz fırsatçılığı yaptıklarını belirten sendika ve konfederasyonlar, "işçilerin, sebebi olmadıkları krizin faturasını ödemeyecekleri"ni vurguluyorlar.
 
DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve Çiftçi-Sen, 28 Ekim'de ortak bir basın toplantısı yaparak, emekçilerin ve yoksul halkın krizden zarar görmemesi için, toplumun geniş kesimlerini kucaklayacak acil eylem planları oluşturacaklarını açıkladı. Aynı gün toplanan Türk-İş Başkanlar Kurulu'nda, krize karşı IMF'ye endeksli politikalardan uzaklaşılması, reel üretimi teşvik eden ve emeği koruyup, iş güvencesini etkin hale getiren, istihdam yaratacak uygulamaların oluşturulması istendi.
 
Sendikaların krize yönelik politikalarını sorduğumuz DİSK, KESK ve Petrol-İş yöneticileri, sendikaların ve emekten yana örgütlerin ortak bir mücadele cephesinde buluşmasına vurgu yaptılar. Sendikacılar önümüzdeki sürece yönelik hazırlıklarını şöyle anlattılar:
 
DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün:

tayfungorgun_146392633.jpg

S
ermayenin kriz fırsatçılığını engellemek istiyoruz

Krize karşı hazırlıklarımızı hızla olgunlaştırmaya çalışıyoruz. Öncelikle krizi izlemeye, genel olarak kapitalizmin krizi olmasının ötesinde güncel sebeplerini anlamaya çalışıyoruz.

İkincisi, her gün, yaşanan somut durumu izlemek istiyoruz. Yani sektörlerde neler oluyor, ne gelişmeler yaşanıyor, bizim üyelerimiz açısından durum ne... 

Aynı zamanda, Türkiye'de emekten yana kuruluşlarla iş ve görüş birliği oluşturmaya, dayanışma içinde olmaya çalışıyoruz. Bildiğiniz gibi, bunun için beş konfedere örgüt bir araya geldik, geçenlerde bir açıklama yaptık. Şimdi bu süreçte yenilerini geliştireceğiz.

Temel olarak, kapitalizmin kendi krizinin emek kesimine fatura edilmemesi için önlemler almaya ve bir mücadele ağı oluşturmaya çalışıyoruz. Bunların başında hemen söyleyebileceğimiz şey, IMF güdümlü ekonomik politikaların reddedilmesi ve biz bunu yapacağız. IMF ile yapılacak yeni bir anlaşmanın çalışan kesimlerin yararına olmayacağını hem Türkiye'ye anlatacağız hem de buna karşı durmak için güçlü bir blok oluşturacağız.

Şu an elde bulunan fonları sermaye kesimi ve hükümet kullanmaya çalışıyor. Bunların başında işsizlik fonu geliyor. Biz işsizlik fonunun amacı dışında kullanılmamasını istiyoruz. Ayrıca, işçilerin bu fondan yararlanma koşullarının esnetilmesi gerektiğini söylüyoruz. Çünkü işten atılan işçilerin bu fondan yararlanma oranı yüzde 20 civarındadır. Başka bir deyişle, işten atılanların yüzde 80'i bu fona ulaşamıyor.

Hükümetten bu dönemde istihdam yaratan kamu yatırımlarına öncelik vermesini istiyoruz ve bu konuda demokratik baskı mekanizmalarını kullanacağız.

Asgari ücretten vergi alınmamasını öneriyoruz.

İhracatın azalacağını göz önünde bulundurarak, iç talebi destekleyecek politikaların bir parçası olarak çalışanlardan daha az gelir vergisi alınmalıdır, diyoruz.

Keyfi işten çıkarmaların ve hak gasplarının mutlaka engellenmesini ve hükümetten bu konuda hemen yeni yasal mevzuat çıkarmasını istiyoruz.

Ayrıca, tüketici kredileri ve kredi kartlarının borçlarının geri ödenmesinde kolaylık sağlanması gerekir. Çünkü bu kredileri çok büyük ölçüde dar gelirliler kullanmış durumda ve büyük bir güçlük var burada.

Ve nihayet, alınacak ekonomik kararlarda, emekçilerin de karar alma sürecine doğrudan dahil edilmesini istiyoruz.

İlk planda söyledikleriniz bunlar bizim. Bunlar tabii kapitalizm içi önlemler. Ama ne yapılırsa yapılsın, son tahlilde bizim söylediğimiz, bunun kapitalizmin krizi olduğu. Dünyaya 30 yıldan beri dayatılan, büyük ölçüde de dünya halkları üzerinde hegemonya kuran serbest piyasa ekonomisinin tuzla buz olduğunun bir göstergesidir bu kriz.
 
Bizim yaklaşımımız hak gasplarına her cephede gücümüz yettiğince karşı çıkmak. Yani işten atılmalar bir önlem olamaz, bir kader değildir. Bu ancak kapitalizmin krizinin faturasının doğrudan işçilere çıkarılmasıdır. Bu kapitalist dalgalanmada sermaye kesiminin fırsatçılık yapmasını engellemek istiyoruz. Bütün Türkiye'ye şunu söylüyoruz: Kimse başkasından bir şey beklemesin. Bu krizde yoksullar, dar gelirliler, işçi sınıfı, küçük esnaf, işsizler ve emekliler bilsinler ki, ancak biz beraber olur ve karşı durursak, bize yapılan bu saldırı ve zararı en aza indirebiliriz ve bunu engelleyebiliriz.
 
Belli ki bu kriz Türkiye'ye daha yeni yeni girmeye başlayacaktır. Özellikle reel sektörde, işyerlerinde henüz bu dalga vurmamıştır. Dolayısıyla hiç kimse rahatlık içinde olmasın diyoruz. Ve hiç kimse bu hükümetin veya hükümetlerin kendi kendine bir önlem almasını beklemesin. Bunlar daima Dünya Bankası'nın, IMF'nin sermayenin önerilerini yerine getirmeye ve sermayeden yana tutum almaya hazırdırlar. Geniş halk yığınları, ailesiyle ve sendikasıyla beraber davranmak zorundadır. Çağrımız budur.
 
Finans sektörü başta olmak üzere, otomotiv, beyaz eşya, turizm, tekstil, petro kimya topun ağzındadır. Zaten otomotiv sektörü söz konusu olunca, örneğin lastik sektörü, yedek parça sektörü de buna eklenecektir. Türkiye'nin ihracatının çok önemli bölümü Avrupa ülkelerine yapıldığından, bu ortamda düşmeye başladı. Daha da düşecek gibi görünüyor. Dolayısıyla malları satamayınca, işçileri çıkarmayı ve üretmemeyi deneyeceklerdir. Bir kriz masası kurduk, DİSK Genel Sekreteri'nin yani benim başkanlığımda. Yarın da DİSK'e bağlı tüm sendikalarımızın ekonomi uzmanları ile toplanıyoruz. Sürekli bu süreci izleyen, hem önerilerde bulunan hem de mücadele hattını oluşturan bir tutum izlemeye çalışacağız.  
 
KESK Genel Başkanı Sami Evren:

sami_evren_kesk2_851420593.jpg

Kasım sonunda merkezi miting yapacağız

 
Sendikalara önemli bir görev düşüyor bu süreçte. Bir ayı aşkın bir süredir bu konuda fikir ve önerilerimiz var aslında. Emekten yana bütün güçlerle görüştük. Çünkü sonuçta bu krizin yansımaları 70 milyon insanı vuracak ve bu emekçilerin yaşamını tehdit edecek. Ciddi bir mücadelenin örgütlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Biz öncelikle sosyal program hazırladık. Daha önce 2001 krizinde Emek Platformu'nun hazırladığı sosyal programın eksik ayağı olan demokratikleşme ayağını da kuralım dedik. Çünkü gelir dağılımının bozulduğu ülkelerde aynı zamanda demokrasinin de dumura uğradığını görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde bu programı açıkladık DİSK ile birlikte. Ama sadece DİSK ile KESK üzerinden bu programın açıklanması yetmiyor. Bunu çok daha geniş kesimlerin sahiplenebileceği bir tarzda görüşmelerimizi devam ettiriyoruz. Bu sosyal programın öncelikle kamuoyu tarafından anlaşılması lazım. Bir bilgilendirme süreci yaşayacağız. Kasım ayının başından itibaren bir kampanyaya dönüşecek bu bizim açımızdan.

İlk etapta üretim sürecinde insanların işini kaybetmemesi üzerinde duruyoruz bu programda. Gelir dağılımı adaletsizliğinin nasıl giderilebileceğini söylüyoruz. Mali politikaların, borçlanma hareketlerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini, vergi politikalarının, yatırım, kalkınma, enerji ve istihdam politikalarının, tarım ve hayvancılık politikalarının gözden geçirilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Bu bilgilendirme çalışması, paneller, sempozyumlar, halka yönelik bildiri dağıtma biçiminde devam edecek. Bunun sonunda merkezi bir miting düşünüyoruz. Bunun tarihi bizim açımızdan belli ama çok geniş kesimlerin de katılabileceği şekilde çalışmalar devam ediyor. 29 Kasım diye düşünüyoruz biz KESK olarak. Ama bunu Türk-İş dahil diğer sendikalarla birleştirmek istiyoruz. O mitingde bir şey ilan edeceğiz. Diyeceğiz ki biz bu ülkenin üretenleri olarak, bu ülkenin yurttaşları olarak sosyal programımızı deklare ettik. Ama siyasal iktidarın bunu algılayamayacağını, bunun için toplumsal direniş hattımızın meşru olduğunu ilan edeceğiz.

Bizim düşüncemiz bu mitinge çok geniş kesimlerin katılımıdır. Krizin bedeli sonuçta emekçilere çıkacak. Kim bu bedeli ödemek istemiyorsa katılması gerektiğine inanıyoruz. Başta DİSK, Türk-İş, Hak-İş, diğer konfederasyonlar kim varsa, emekten yana bütün güçlerin, meslek odalarının, köylü sendikalarının hepimizin bir arada olmamız gerektiğine inanıyoruz biz. Tarihi diğer kesimlerin katılımına göre değiştirilebilir de.

Klasik olarak bir kampanya yapar ve bir mitingle sonlandırırsınız. Biz böyle düşünmüyoruz. Bu miting mücadelenin başladığının ilanı olacak. Bu mücadelenin büyüyeceğine inanıyoruz. Nasıl krizin dalgası bize gelip çarpıyorsa emekçilerden de, bu tarafta da bir dalganın yaratılabileceğine inanıyoruz. Bir taş atacağız yani.

PETROL-İŞ Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın:

mustafa.oztaskin_235040313.jpg

Türk-İş daha direngen bir tavır sergileyecek

 
Türkiye'de sendikaların ve konfederasyonların krize hazırlıklı olduğunu çok söyleyemem. Çünkü Türkiye'de, genel anlamda sendikal hareket çok öngörülü değil. Öngörülerde bulunup, geleceği ilgilendiren konularda politika izlemiyor. Daha günübirlik politikalar izleniyor. Bu anlamda çok hazırlıklı olduğunu söyleyemem. Ama şu anda kriz kapımızı çaldı. Bundan sonra ne yapacağımız ve krize karşı çalışanların çıkarlarını nasıl savunacağımız önemli.

Türk-İş'in de krize karşı şu ana kadar ciddi bir politikası yok idi. Ancak Başkanlar Kurulundan sonra politikasında önemli değişiklikler oldu, olacak. Türk-İş Genel Merkezinde bir kriz masası oluşturuldu. Ayıca akademisyenler ve sosyal bilimcilerden oluşan bir danışma ekibi oluşturulacak. Ve bu ekibin belirlediği krize karşı alınması gereken önlemler, krizden çıkış yolları, emeğin alternatif programının ne olacağına ilişkin ciddi tartışmalar önümüzdeki haftadan itibaren yapılacak. Özellikle krize karşı sosyal korumayı ön plana alan, kazanılmış hak kayıplarını engellemeye çalışan bir politika izlenecek. Esnek çalışma hükümlerinin sözleşmelere monte edilmesi, bölgesel asgari ücretin gündeme getirilmesi, işsizlik sigortası fonunun kullanılması ve kıdem tazminatının kaldırılması veya niteliğinin değiştirilmesi gibi konularda Türk-İş kazanılmış haklardan taviz vermeyeceğini açıkladı. Özellikle krize yönelik hükümet bir paket oluşturursa bu pakette işçi çıkarmamanın bir şart olarak gündeme getirilmesinde, ayrıca ücretler ve diğer kazanılmış hakların kesinlikle geriye götürülmemesinde ısrar eden bir politika izleyecek. Bu politikanın temelleri Başkanlar Kurulunda atıldı. Önümüzdeki haftaki tartışmalardan sonra büyük ölçüde bunlar netleştirilip daha direngen, yani dirsek teması içerisinde olan, zaman zaman hatta hükümetin gölgesinde kararlar alan bir Türk-İş olarak değil daha direngen bir Türk-İş olarak hareket edecek. Emekçilerin neden olmadığı krizin faturasının da emekçilere kesilmemesi için bir tavır ortaya koyacak.

Krize karşı sendikaların ve emeği temsil eden bütün örgütlerin ortak bir strateji geliştirip ortak politika izlemeleri gerekmektedir. Bu amaçla Emek Platformu'nun toplanması ve emekçilerin krizden en az zararla etkilenmeleri için ortak bir politika geliştirilmesi gerekir. Krizin nedenleri konusunda çok tartışmalar var ama nedeninden daha ziyade bir krizle karşı karşıyaysak bu kriz de kapitalizmin bir krizi olduğuna göre bu krizden çıkış yollarına yönelik emeğin alternatif bir programını ortaya koymamız gerekir. Bizim düşüncemiz bu. Bu konuda kamuoyuna çağrılarımız oldu ve çağrılar yanıt da buluyor.

Türk-İş Başkanlar Kurulunda böyle bir tavır alınması bizce olumludur. Sadece Emek Platformu'nun kendi içerisindeki sorunlar bizi düşündürmekte. Bazı emeği temsil ettiğini iddia eden işçi ve memur sendikalarının krizden etkilenmemek için sınıfsal bir tavır ortaya koymak yerine olayı saptıran, kişisel tasarruflarla krizin atlatılabileceğine ilişkin görüşler ortaya koyan yaklaşımları tamamen işin özünden ve sınıfsal çıkarlardan uzak bir davranış. Bu davranışlar tabii ki Emek Platformu'nun ortak hareket etmesini de zorlaştırıyor. Ama Emek Platformu ortak hareket etmiyorsa o zaman bizim gibi düşünen sendikalar bir araya gelip -ki geliyoruz zaten- ortak politika ve stratejiler geliştireceğiz. Bu anlamda DİSK'in, TMMOB'un, KESK'in çalışmaları var. Çiftçi-Sen ve Birleşik Metal gibi bazı sendikaların çalışmaları var. Bizlerin çalışmaları var. Önümüzdeki dönem bu konularda hangi konfederasyona üye olunduğuna bakılmaksızın doğru ortaya konan tavırlar bizim tarafımızdan da desteklenecektir. Bu amaçla önümüzdeki günlerde paneller, konferanslar, toplantılardan sonra da belki mitingler de gündeme getirilebilir. Getirilecek de zaten.


Biz düşünelim ZAMAN yaftalasın

image

Zaman gazetesi, yeni reklam kampanyasında “yaftalamadan düşünün” diyor. Uzlaşma davetinde bulunan ve özenle seçilmiş kelimelerin dans ettiği reklamda, Zaman’ın başkalarına yakıştırdığı yaftalarından hiç eser yok.

soL (HABER MERKEZİ) Omuzları düşmüş bir adam otoparkta yürüyor. Yanından geçen bir başka adam, elindeki etiketi yapıştırıveriyor “beyefendinin” sırtına. Etikette “hortumcu” yazıyor ve bizim bu beyefendiye, büyük ihtimalle haksız yere suçlandığından, üzülmemiz gerekiyor. Saçı uzun genç bir erkek, “satanist” etiketiyle müzik dinliyor. “Dinci” bankta oturuyor, “faşist” araba kullanıyor, “militarist” otobüste giderken, “dejenere” bir bankta uyuyor, “liboş” ise bir toplantıda o sırada.

Hızlıca geçen etiketlerden ikisi oldukça ilginç. Bir tanesinde, toplantı salonunda ayağa fırlayan genç, muhtemelen soru sormakta, eleştirmektedir konuşanı. Etiketi “anarşist”tir, “terörist”tir. Silahı, havaya kaldırdığı eli, ağzından dökülen söz muhtemelen. İkincisinde ise, üst üste yığılmış kitapların üzerinde “vatan haini” etiketi var. Etiketli insan kareleri hızla akıyor. Bir süre sonra göremediğiniz etiketlerde ne yazdığını hayal etmeniz bekleniyor. Derken ekranda bir mesaj beliriyor, “Yaftalamadan düşünün.”

Birkaç gündür TV’de ve billboardlarda yer alan reklam, Zaman gazetesinin “dimağ açıcı” nitelikteki yeni kampanyası. Haberlerinden köşe yazılarına, gazetenin her yerinde, çeşitli yaftaları yapıştırmaktan çekinmeyen Zaman, liboşundan emperyalistine, işbirlikçisinden dincisine, haklarında karar vermeden önce “dinlemek gerektiği” mesajını veriyor. Zaman, “belki onların da doğru sözü vardır, öğrenmek istiyorsanız bizi okuyun” diyor.

Sen söyle Zaman, biz ne yapalım?
“Yaftalamadan düşünün” diyor Zaman. Düşünelim. Liboşa “liboş” demeyelim, “işbirlikçi” olalım. ABD’yi yabana atmayalım. Kuzey Irak yönetimiyle anlaşalım. Gelsin Barzani, gitsin Talabani. Tersinden, aydına “vatan haini” desinler, eleştirene “anarşist”, sesini çıkaranların tamamı ya “solcu” ya “Ergenekoncu”. Ekonomiden siyasete, toplumsal yaşamdan kadın-erkek ilişkilerine her konuda “vaaz verme” yeteneğine sahip Fethullah Gülen’in gazetesi Zaman, AKP’nin demokrasi yalanının ucundan tutuyor. Biz de denileni yapalım, Zaman okuyalım. İşte son dönemde Zaman’ın sözlüğünden fırlayan yafta sözcükleri…

Zaman “yafta sözlüğünü” sunar
Zaman, oluşturduğu yafta sözlüğüne, genelde kendisi için söylenen kelimelerle (dinci), uzlaşmacı ve işbirlikçi anlayışı savunanları rahatsız eden kelimeleri (faşist, liboş, emperyalist, işbirlikçi, mandacı, ABD’ci) ve siyaset dışı olan bazı kelimeleri (dejenere, satanist, zavallı, deli) seçmiş. Zaman’ın reklam kampanyasında kullanılan yaftalar arasında “solcu”, “komünist”, “ateist” veya “dinsiz” kelimeleri yer almıyor. Gazetenin son haftalarda her yerini kaplayan “laik” ya da “seküler” kelimelerinden de eser yok.

Seç-beğen-al yaftalar: Ergenekonculuk
Zaman’ın en sevdiği yaftalardan biri “Ergenekoncu.” Özlükte ilk sırada yer alan bu yafta, gazetenin her yerinde, ilgili ilgisiz her konu başlığının altında bir kez kullanılıyor. 21 Ekim tarihli “Ergenekonculuk” başlıklı köşe yazısında, Mümtazer Türköne, “Ergenekonculuk aynı zamanda demokrasi dışında hayat alanı arayanları kapsıyor” diyor. Türköne’ye göre Ergenekon, Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen ideolojik savaşın örgütüydü. Türköne hızını alamıyor, "PKK da Ergenekoncuydu" deyiveriyor. Türköne, kimlere Ergenekoncu denir sorusunun yanıtını ararken, birçok ismi Ergenekon yaftasına bulamaktan çekinmiyor.

“Şayet emek harcayıp, toplumun beklentilerine göre kendinizi şekillendirip iktidara aday olmak yerine; devlet içindeki iktidar dengelerine yaslanarak zorlanmadan siyaset yapmaya kararlı iseniz, varacağınız yer Ergenekonculuktur. CHP liderinin kendisini ‘Ergenekon’un avukatı’ olarak nitelemesinin sebebi de budur. Ergenekon’un olmadığı bir Türkiye’de CHP’nin politik cürmü anlamsız hale gelecektir.”

Seç-beğen-al yaftalar: Laiklik
Bir başka Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, 30 Ekim’deki yazısında, 85. yılında Cumhuriyet’in tek sorununun “Cumhuriyet’i demokrasiyle taçlandırmak” olduğunu yazdı. Bu yolda tek çözümün “kimsenin başkasının işine karışmaması” ile sağlanabileceğini ve herkesin uygulanan politikalara biat etmesinden başka yol bulunmadığını vurgulayan Gülerce, “bu millete, dinini samimi olarak yaşamak isteyen bu büyük millete, dininden dolayı düşman muamelesi, potansiyel tehlike muamelesi yapmaktan daha ağır bir hakaret, bühtan olamaz. Cumhuriyet, dine rağmen, bu milletin inancına rağmen kurulmuş değildir… Kimse, laiklik deyip bu hakları budamaya kalkamaz. Bu milletin, demokratik laiklikle bir problemi yoktur” dedi.

Gülerce’ye göre, “laiklik, bir uzlaşma zemini, din ve vicdan özgürlüğü teminatı olarak kabul edildiği zaman”, Türkiye’de dini siyasete alet etme tartışmaları da son bulacak. Bu sayede, ABD’den diplomalı AKP’nin demokrasisiyle uzlaşanlar, devletin gücü elinde bulunduran kurumları yanlış üstüne yanlış yaptıkça, çareyi, “gözlerinin içine bakan siyasi ekiplere” destek vermekte görmeyecek de ne yapacak?

Zaman’ın, “Ergenekon meselesini Türkiye’nin geçmişindeki her vahim olayla eşleştirme konusundaki uzmanı” Ali Bulaç, 10 Eylül tarihli yazısında laiklikten ne anladığını ortaya koydu. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in 2008-2009 adli yılı açılışındaki konuşmasından alıntı yapan Bulaç, Gerçeker’in “laik bir devlette dini inançlar özel yaşama dair bir vicdan konusudur. Dini inançlar devlet ve kamusal kurumların çalışmalarına dayanak oluşturmaz” sözlerini “bu, laiklik üzerinden devletin dine müdahalesi, din içinde cebri reform yapma teşebbüsüdür” şeklinde “yaftaladı”.

Beş gün sonraki yazısında, “Türkçe’nin inceliklerine” değinen Bulaç, laiklik ve sekülerlik arasındaki farklılığı ortaya koyarak, sekülerliğin, “aşkın olanın yerine burayı, batın yerine zahir olanı, ebedi ve uhrevi olanın yerine dünya hayatını mutlaklaştırdığını, dinlerin haber verdiği ve dünya hayatını olgunlaşarak oraya hazırlık süreci olarak gördüğü ebedi cenneti, yeryüzü cennetiyle ikame etmek olarak belirlediğini” yazdı.

Seç-beğen-al yaftalar: kolektivizm
İhsan Dağı, önceki günkü yazısında, 29 Ekim günü okullarda düzenlenen Cumhuriyet Bayramı kutlamaları hakkında şöyle diyor: “Bayram töreni değil sanki ‘cumhuriyet mitingi’. Tek eksik, kürsüde nutuk atan bir Tuncay Özkan. Silivri’de Ergenekon’dan yargılanan bu zat da zaten bu törenlerin çocuğu. Okullarda resmi bayramları böyle kutladığımız sürece cumhuriyetin içini demokrasiyle dolduramayacağımız gibi Ergenekoncuların fırınına odun taşımaya da devam ederiz.”

Dağı, törenlerde bir araya getirilen çocukların, “militaristleştiğinden” bahsederek devam ediyor. “Bireyin yok edildiği, kolektif bir ‘adanmışlık’ ritüeline dönüştürülüyor bayram kutlamaları… Törenlerde tanık olduğunuz öfkeyi düşünün. Ufacık çocukların hançereleri yırtılırcasına bağırdıkları, ‘düşman’a meydan okudukları, körpe bedenlerini ‘kurban’ etmeye hazır olduklarını haykırdıkları öfke nöbetleri mi ‘çağdaşlık’? Bu tarz gösteriler yapan ülke kalmadı. Türkiye, yeryüzündeki neredeyse tek ‘kolektivist’ ülke. Hâlâ neden?”

Dağı’nın törenler konusundaki gözlemlerinden yola çıkılırsa, gerek şekil gerek öz itibariyle aynı derecede ‘kolektivist’ olan dini zikir ayinlerinin de aynı sırada anılması gerekiyor. Ancak Dağı’nın amacı Cumhuriyet kutlamaları, Ergenekon ve militarizmi bir kefeye koymak olduğundan, zikir ayinleri bu yazının yakınından bile geçmiyor.

İzlanda "terörist ülke" ilan edildi

image “Ben terörist değilim Bay Brown”

“Düşene bir tekme de sen vur” yaklaşımı, NATO müttefikleri arasında da geçerli. İngiltere, ekonomik krizin batırdığı İzlanda’nın bankalarını sıkıştırmak için, ülkeyi “terörist” ilan etti.

soL (DIŞ HABERLER) ABD’de başlayan küresel mali krizden en çok etkilenen ülke olan 300 bin nüfuslu İzlanda, belki de asıl en ağır ekonomik darbeyi “kadim dostu ve müttefiki” İngiltere’den aldı. İzlanda bankalarının, buralarda hesabı bulunan İngiliz vatandaşlarının paralarını ödemeyi bir süre erteleme talebi üzerine, İngiltere, bu bankalardaki tüm hesapları dondurdu ve el koydu. Üstelik, bunu yapmak için, 11 Eylül’den sonra kabul edilen “Anti-Terörizm Yasası”nı kullandı.

Böylece İngiltere, ekonomik olarak zaten krize yuvarlanmış olan ülkeyi biraz daha sıkıştırmak için, İzlanda’yı El Kaide gibi örgütlerin ve terörist addettiği Sudan ve Kuzey Kore gibi ülkelerin bulunduğu listeye ekledi. Tuhaf olan, iki ülkenin NATO müttefikleri olması.

İngiltere Başbakanı Gordon Brown'ın bu hareketine karşı hazırlanan ve her beş İzlandalı’dan birinin imza verdiği bildiride, Brown’ın “kısa vadeli politik çıkarları uğruna, derin bir krizi, ulusal bir felakete dönüştürdüğü” söyleniyor.

GSMH’nin yüzde 60’ı kadar tazminat
Avrupa’daki düzenlemelere göre, İzlanda'nın, bankalarında hesabı bulunan her bireye 20 bin avro ödeme yapması gerekiyor. İzlanda Dışişleri Bakanı Gisladottir, bunun toplamda 5 milyar dolara tekabül edeceğini, bunun da ülkenin GSMH’sinin yüzde 60’ı demek olduğunu belirterek, “ödeyeceğimiz tazminat, Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Versay Anlaşması’nda karşılaştığı kişi başı tazminatın iki katı olacak. Bunu karşılayamayız” dedi.

İzlanda, zaten kapitalist sistemin merkez ülkelerindeki bir krizin kurbanı olmuşken, bu hamleyle, o ülkeler tarafından yalıtılarak kaderine terk edilmiş de oluyor. Çünkü, İngiltere’nin terör listesine aldığı bir ülkeyle hiçbir yabancı banka iş yapmak istemiyor, dolayısıyla ülkeye döviz girdisi sağlanamıyor.

ABD savaş gemisi Çanakkale'de

image

ABD'nin 6'ncı Filo bayraklı savaş gemisi ‘Mount Whitney', bu sabah saat 07.00’de kılavuz kaptan alarak Karadeniz'e gitmek üzere Çanakkale Boğazı'na girdiği öğrenildi.

soL (HABER MERKEZİ) Montrö Boğazlar Anlaşması'nın 21 gün süreyle Karadeniz'de gemi bulundurma hakkı tanımasını bu süre içerisinde giriş çıkış yaparak çözen ABD, bu sabah ikinci kez gemilerini aynı yöntemle Çanakkale Boğazı’na giriş yaptırdı.

LCC-20 bordo numaralı ‘Mount Whitney'in, yeniden bayrak dalgalandıracağı Karadeniz’de 19 Kasım 2008 tarihine kadar kalacağı bildirildi. ‘Mount Whitney', ikinci kez Karadeniz’e çıkışında, bu kez 19 gün kalmış olacak.

slahhane de yetmez, asmalı bunları

image Devletin cezaevi, işkence gibi imkanlarından yararlanan çocuklara, bir de ıslahhane imkanı tanındı

Gösterilerde polise taş attıkları için işkenceye maruz kalan, cezaevlerine atılan, ailelerine yapılan yardımları kesilen çocukların son olarak ıslahevlerine kapatılması gerektiği söylendi.

soL (HABER MERKEZİ) Adana Valiliği'nin, AKP karşıtı gösterilerde polise taş attıkları için cezaevine atılan, işkenceden geçirilen çocukların ailelerine yapılan çeşitli yardımların da kesileceğini bildirmesinden sonra, MHP Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir, cezayı yeterli bulmayıp, ailelere dava açılması, çocukların da ıslahhanelere konulması gerektiğini söyledi. İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi, yaptığı açıklamada, çocuklara yapılan işkencenin hesabının sorulacağı yerde, halkın yoksulluğuyla alay edildiğini belirtti.

Adana Valiliği, "devletin imkanlarını kullanarak tedavi olan, yine devletin verdiği kömürle ısınan vatandaşın polise taş atmasına müsaade etmeyeceklerini" bildirirken, bu konuda listeler hazırlandığını ve buna göre yeşil kartların ve kömür yardımının önümüzdeki hafta iptal edilmeye başlanacağını açıklamıştı.

Kapatacaksın hepsini ıslahhaneye
MHP Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle gittiği Gaziantep de basın mensuplarının soruları üzerine Adana Valiliğinin aldığı kararı değerlendirdi.  Çocukların velilerini sadece yeşil kartlarını iptal etmek ve kömür yardımını kesmek suretiyle cezalandırmanın yeterli olmadığını belirten Özdemir, veliler hakkında yasal işlem de yapılması gerektiğini söyledi. MHP’li Özdemir gösterilere katılan çocuklarında ıslahanelere konulması gerektiğini iddia etti.

“Halkın fakirliği ile alay edilmektedir”
İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi, Vali İlhan Atış'ın, eylemlere katılan çocukların ailelerinin yeşil kartlarının iptal edilmesi kararına tepki gösterdi.

Açıklamada, İlhan Atış'ın çocuklara yapılan işkence iddialarıyla ilgili soruşturma açmak yerine, eyleme katılan ailelerin yeşil kartlarının iptal edilerek, kömür yardımlarının kesilmesi yönündeki sözleri kınanarak, “AKP'nin bu iki yardımı, yoksul, emekçi halk üzerinde demoklesin kılıcı gibi kullanılmaktadır. Halkın yoksulluğu ve fakirliğiyle alay edilmektedir" denildi.

İHD Adana Şubesi'nin hazırladığı hak ihlalleri raporunda, gözaltına alınan 157 kişiden 82'sinin, Adana’da tutuklanan 26 kişiden 12'sinin ilkokul çağında olduğu ifade edildi.



 

TKP'den 29 Ekim açıklaması

image

Türkiye Komünist Partisi, Cumhuriyet'in kuruluşunun 85. yılı nedeniyle bir açıklama yaptı.

Cumhuriyet'in 85. kuruluş yıldönümü nedeniyle Türkiye Komünist Partisi (TKP) Siyasi Komite tarafından yapılan açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti'nin tasfiye edilmekte olduğu ve cumhuriyet fikriyle onun değerlerinin ancak sosyalist bir iktidar tarafından ayağa kaldırılabileceği vurgulandı. "Yol ayrımında" başlığını taşıyan açıklamanın tamamını yayınlıyoruz: 

"Türkiye Cumhuriyeti, 85 yıl önce bağımsızlık, egemenlik, laiklik ve halk iradesine dayanma iddiasıyla yola çıktı. Arkalarına bağımsızlık mücadelesinin meşruiyetini alan Kemalist kadrolar, Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan ederek tarihsel bir sıçramaya imza atmışlardır. Bu sıçramanın  kendisi de, bağımsızlık, egemenlik, laiklik ve halk iradesine dayanma fikri de komünistler için bugün tarihsel değerini fazlasıyla korumaktadır.
 
TKP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, bağımsızlık ve egemenlik için mücadelede pekişen yurtsever kimliğiyle selamlamaktadır.

TKP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, dinin siyasal alanın dışına çıkarılması ve toplumsal yaşamın dini kurallarla şekillenmesinin önüne geçilmesi için sürdürülen mücadelede anlam kazanan aydınlanmacı kimliğiyle selamlamaktadır.

TKP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, emekçi halkın iradesinin egemen olacağı eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzen kurmak için sergilediği kararlılıkta somutlanan devrimci kimliğiyle selamlamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşuna önderlik eden kadroların sınıfsal karakteri ve ideolojik tercihleri nedeniyle, iddialarını ve dolayısıyla cumhuriyet fikrini geliştirmek bir yana, koruyabilecek iç dinamiklere sahip değildi. Bugün yıkıcı ve gerici karakterini herkesin kabul ettiği kapitalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin başından beri kendini var etmeye çalıştığı toplumsal zemin olarak, ne bağımsızlığı, ne egemenliği, ne laikliği, ne de halk iradesini taşıyabilirdi. Tersine, sermaye sınıfı için bağımsızlık, egemenlik, laiklik ve halk iradesi, kendi iktidarını meşrulaştırdığı oranda anlam taşıyan, bunun dışında içi boşaltılması, hatta kurtulunması gereken niteliklerdi.

Bu anlamda 85 yıldır, cumhuriyet fikrini ve onun kazanımlarını geliştirip, ona sahip çıkabilecek tek güç olan emekçi halkımızın dışlandığı, ezildiği ve baskı gördüğü bir ülkede bugün yaşananlara kimse şaşırmamalı.

Türkiye burjuvazisi, 85 yıl önce iç ve dış koşulların denk düştüğü bir sırada göze aldığı, kendi çıkarlarına uyarladığı büyük “Cumhuriyet hamlesi”nden bugün tamamen kurtulmak için gün saymaktadır.

AKP iktidarını kimse başka türlü anlamlandıramaz.

Türkiye bağımsız ve egemen bir ülke olma özelliğini çok ama çok uzun yıllar önce yitirmişti. Ancak bugün bağımsızlık ve egemenlik iddiasından da kurtulmak istiyorlar.

Türkiye hiçbir zaman gerçek anlamda laik bir ülke olmamış, dinci hareketler zengin sınıfların imdadına yetişen bir siyasal araç olarak ilerici düşünce ve örgütlenmeye karşı kullanılmıştı. Ancak bugün laiklikten bir bütün olarak kurtulmak için düğmeye basılıyor.

Türkiye’de halk iradesi, paranın tahakküm ettiği bir düzende erozyona uğramış; çaresizleştirilen, korkutulan, kişiliksizleştirilen, örgütsüz hale getirilen, sindirilen halkın aynı zamanda iradesizleşmesi anlamına gelmişti. Ancak bugün halkın doğrudan köleleştirilmesi aşamasına geçiliyor.

Kimse kendini kandırmasın. “Herkes Cumhuriyetçi, padişahlık isteyen mi var” söylemi, halkı yanıltmak amacı taşımıyorsa, ciddiyetsiz bir söylemdir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti tasfiye edilmektedir.

NATO’culuk, Avrupa Birlikçilik, anti-komünizm, Kürt inkarcılığı işleri bu noktaya getirmiştir. Türkiye, emperyalistlerin planları doğrultusunda gevşek, aşiretleşmiş, militarist bir İslam ülkesi olma yolundadır. Kendi bencil sınıf çıkarlarından başka kaygısı olmayan egemen sermaye sınıfı, uluslararası tekellerin bir uzantısı olarak bu yolculuğun motor gücüdür.

29 Ekim 2008’de, bir yol ayrımındayız. Bu düzen cumhuriyet düşüncesini de, cumhuriyetin tarihsel kazanımlarını da ayaklar altına almış, onlardan tamamen kurtulmanın yollarını aramaya başlamıştır. Önümüzdeki dönemde ya emekçiler cumhuriyeti eşitlikçi bir felsefeyle ayağa kaldırıp, gerçekten bağımsız, egemen ve aydınlık bir ülke yaratacak ya da Türkiye hızla aşiretleşecek.

TKP bu yol ayrımında, ülkenin tüm ilerici, yurtsever, devrimci birikimini, tasfiyeci güçlere karşı koymaya, bu süreci durdurmaya çağırmaktadır. Bu çağrıya kulak verenlerin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun!

Türkiye Komünist Partisi
Siyasi Komite"

Flaş Flaş: Şok geçirebilirsiniz

image

İnternetteki birçok haber sitesinde, haberler, önemli ya da önemsiz, "şok", "flaş" uyarılarıyla veriliyor. Gazeteciliği "magazin"e indirgeyen ve okuyucuların "hayret etme yetisini körelten" bu "şok" merakı, ülke gündemindeki asıl "şok" etmesi gereken gelişmeleri de "sıradanlaştırıyor". Dün Hürriyet ve Vatan'da "şok"tan geçilmiyordu.

soL (HABER MERKEZİ) İnternetteki bir haber sitesinde yer alan haberlerin kaçı "şok" haber, "flaş" gelişme olabilir? İnternet siteleri, gün içinde yayınladıkları haberlerin neredeyse yarıya yakınını kırmızı ya da büyük harflerle "şok", "flaş" hatta "flaş…flaş…flaş…" ibareleriyle duyuruyorlar. Çoğu haberin başlığında ya da içeriğinde, "şok edici" ayrıntılar, fotoğraflar, gelişmeler yer aldığı kayıtları düşülüyor. Ülkede asıl hayret uyandırması gereken gelişmeler ise "şok"ların, "flaş"ların arasında gözden silinerek sıradanlaştırılıyor.
 
Hürriyet'te 7 haberin 5'i "şok" ya da "flaş"
Hürriyet'in internet sitesinde dün manşet bölümündeki yedi haberden dördü "flaş" biri de "şok" ibareleriyle yer alıyordu. Yani, dün verili bir anda Hürriyet'in internet sitesine bakan insanlar, sözde çok kritik, hemen bakmaları ve öğrenmeleri gereken beş haberle karşılaştılar. Peki neydi bu "şok", "flaş", yani bir anlamda yüreğimizi ağzımıza getirmesi gereken gelişmeler? İşte, "Flaş! Bu da Turkcell'in Cevabı" başlığıyla verilen haber: Turkcell adlı şirket, "Mustafa" adlı filme sponsor olmaktan neden vazgeçtiğine ilişkin yazılı bir açıklama yapmış. Turkcell'in "Mustafa" filmine neden sponsor olmadığını öğrenmek isteyenler ilgili habere bakabilirler.
 
Hürriyet'in ikinci "flaş" haberi, Hüseyin Üzmez'in Fox TV'de canlı yayında sunucuya verdiği cevaplar. Spiker ile Üzmez arasındaki diyalog metni, "İşte Hüseyin Üzmez'in canlı yayındaki müthiş performansı" başlığıyla verilmiş. Hemen yanında yer alan "şok" haber, iri yüzükler taşıyan bir kadın eli fotoğrafı eşliğinde, "Evli kadın bakana hayranından tek taş yüzük" başlığıyla verilmiş. Bu "şok" haberi gören okuyucunun, haberin içeriğine "tıklamadan" önce aklından ilk geçen, olayın, büyük olasılıkla kabinenin zaten tek olan kadın bakanının başına gelmiş olduğudur. Ancak haberin içeriğinde, İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni'ye Kanadalı bir hayranı tarafından kargo ile yüzük gönderilmiş olduğu yer almaktadır.
 
Hürriyet'in diğer "flaş" haberleri, George Soros'un Hedge fon endüstrisinin küçüleceğine dair açıklaması ve bazı DTP'li belediye başkanlarının 29 Ekim törenlerine katılmamalarıdır.
 
Herkes "şok" içinde
Benzer internet sitelerinde sürekli olarak aynı anda en az iki ya da üç "şok", "flaş" habere rastlamak mümkün. Hatta bazı haberler hem "flaş" hem "şok" olabiliyor. Örneğin Teknik Direktör Fatih Terim hakkında, Yenişafak gazetesi yazarı Osman Tanburacı'nın bıyığına ve annesine küfür ettiği iddiasıyla iki yıla kadar hapis istemiyle dava açılması haberi, Vatan gazetesinin internet sitesinde "sürmanşette" "Flaş…Flaş…Flaş… Terim'e Hapis Şoku" ibaresiyle yer alıyor. Sitede yer alan diğer iki haber başlığı ise "Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'e büyük şok" ve "DTP 'den Meclis'i şoke eden kitapçık" şeklinde. Yani, internet sitesine göre, dün Meclis ve Cumhuriyet Savcısı, biri bir kitapçık diğeri de terfisinin durdurulması nedeniyle şok geçirdi. Bunlar okurları da "şok etmesi" gereken gelişmeler doğal olarak.
 
Asıl "şok"lar
Diğer yandan ülkede gerçekleşen asıl "şok" gelişmeler ise "şok edici" internet basınında ya Fatih Terim ve Hüseyin Üzmez ile ilgili diğer "şok"ların arasında bir bantta kayıp gitmekte ya da diğer yüzlerce haberin arasından cımbızla çıkartılmayı beklemekte. Bunca "şok" haber arasında hayret edebilme yetisini koruyabilenler için:
 
Kasım ayında doğalgaza yüzde 10 daha zam yapılması bekleniyor. Şok gelişme: Halkımızın büyük çoğunluğu bu kış her zamankinden daha az ısınacak! Önceki gece sokağa terk edilmekle aslında ölüme terk edilmiş çocuklardan biri Şişli'de barındığı metruk binada çıkan yangında öldü. Flaş haber: 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı bir önceki aya göre yüzde 2,13 arttı. Yani bu kış daha az ısınacak olan halkın büyük bölümü, bir de daha az beslenecek. Şok gelişme: Türkiye'de okula gitmeyen ve işsiz gençlerin oranı 2006'ya göre iki katına çıkmış. Flaş: Töre cinayetleri ve kadına yönelik şiddet vakalarının sayısı hızla artıyor. Fethullah Gülen kocasından dayak yiyen kadına "bir tekme de siz vurun" diyor. Türkiye IMF ile yeni bir anlaşma yapmaya hazırlanıyor.

Seçime özel yasanın iptal davası başladı

image

AKP’nin yerel seçimler için özel olarak çıkardığı belediyelerle ilgili yasanın iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle açılan dava bugün başlayacak.

soL (HABER MERKEZİ) AKP’nin yerel seçimler için yaptığı oy hesabı sonucu çıkarttığı belirtilen, nüfusu 2 binin altında olan 1.124 belde ve ilçe belediyesinin kapatılmasını öngören 5747 Sayılı Kanun'un iptali istemiyle CHP tarafından Anayasa Mahkemesi'ne açılan davanın esastan görüşülmesi bu gün başlayacak.

Yerel seçimlerde AKP’ye oy taşımak için çıkarıldığı savunulan kanuna karşı CHP’nin açtığı iptal davası, Anayasa Mahkemesi tarafından acil davalar listesine alınmasına rağmen, Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç tarafından yedi aydır mahkeme gündemine gelmiyordu. AKP hükümetince çıkartılan “Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” Mart ayında Abdullah Gül tarafından onaylanmıştı.

Davayla ilgili sözlü açıklamalarda bulunmak üzere İçişleri Bakanı Beşir Atalay, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürü ve bazı bakanlık yetkilileri ile Belediyeler Birliği Başkanı ve Adana Büyükşehir Belediye Başkanı’nın yanısra, İstanbul, Ankara, İzmir Belediye başkanları Anayasa Mahkemesi'ne geldi.

Anayasa Mahkemesi heyeti sözlü açıklamaları dinledikten sonra davayı esastan görüşmeye başlayacak.

 

Gül'e "Cumhuriyet" boykotu

image

Cumhuriyet kutlamalarının başladığı sabah saatlerinde, Meclis "tek yürek" olmadı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, sabah saatlerinde Anıtkabir'de başlayan resmi törenlerin ardından Meclis'teki kutlamaları kabul ettiği törene CHP ve DSP katılmadı.

soL (HABER MERKEZİ) Cumhuriyet'in 85. kuruluş yıldönümü nedeniyle sabah ilk törenin gerçekleştiği Anıtkabir'e tam kadro giden CHP ve DSP'liler, bu törenin ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Meclis'te gerçekleştirdiği Cumhuriyet kutlamalarını kabul törenine katılmadı.
 
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın tören saatlerinde CHP Genel Merkezi'nde partisinden bir grup milletvekili ile sohbet toplantısı yaptığı öğrenildi.
 
"Parti kararı"nı unutarak Meclis'e yanlışlıkla geldiği düşünülen CHP Antalya Milletvekili Atilla Emek'in ise, partisinden kimsenin katılmadığını görmesi üzerinde Meclis'ten hızla çıktığı öğrenildi. Emek, gazetecilerin sorusu üzerine, "seçim bölgemden gelen konuklarım vardı. Onlara tören salonunu gösterdim. Bu nedenle oradaydım. Sonra da ayrıldım" dedi.

Gül'ün Meclis'teki kutlamaları kabul töreninde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve diğer siyasi parti temsilcileri, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, yüksek yargı organı başkanları, askeri ve sivil bürokrasi ile diplomatik misyon temsilcileri katıldılar.
 
Gül'ün bu akşam Çankaya Köşkü'nde vereceği resepsiyona da katılmayacağı bilinen CHP'nin, İzmir Milletvekili Canan Arıtman, dün yaptığı bir açıklamada, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Cumhuriyet Bayramı nedeniyle vereceği resepsiyona "uygar Türkiye Cumhuriyeti'nden yana olanların" katılmamaları gerektiğini belirterek "milletin yarısını oluşturan kadınları geriye götürmek, Arap emperyalizminin tutsağı haline getirmek isteyenleri boykot etmelidirler" dedi.

 

"Gül'den zamansız ödüller"

image

Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan basın açıklamasına göre Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün, edebiyat dalında Yaşar Kemal’e, mimari dalında, Turgut Cansever’e, müzik dalında, Dr. Alaeddin Yavaşca’ya verilmesi kararlaştırıldı.

soL (HABER MERKEZİ) Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamayla, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü uzun bir aradan sonra yeniden sahiplerini belirledi. Periyodu belli olmayan ödüller, Resmi Gazete’de yer alan açıklamayla birlikte her yıl farklı dallarda sahiplerini bulacak.

Frankfurt Kitap Fuarı’nın protestolarla açılması, Altın Portakal ödül töreninde AKP’lilere verilen tepkiler, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ölümün ardından Erdoğan’ın bir başka şairin şiirini okuyarak Dağlarca’yı övmesinin hemen sonrasında verilen “zamansız” ödüller, yazarlar tarafından, AKP’nin sanata dair imaj düzeltme çalışması olarak yorumlandı. 

“Değerlendirme kurulu çok renkli”
Çankaya Köşkü’nde gerçekleşecek ödül töreninin değerlendirme kurulunda RTÜK tarafından Bakanlar Kurulu kararıyla TRT Yönetim Kurulu üyeliğine getirilen, ancak Danıştay'ın işlemi iptal ederek görevden aldığı M. Emin Kuz, Hürriyet yazarlarından Doğan Hızlan, daha önce Gül’ün sözcülüğü yapmış H. Gürcan Türkoğlu, Gül’ün AB danışmanlığını yapan Zeynep Damla Gürel, Zaman gazetesi yazarlarından Beşir Ayvazoğlu’nun yanı sıra İmam Hatip Lisesi mezunlarının haksızlığa uğradığını savunan İmam Hatip Mezunu Prof. Dr. Mustafa İsen de yer alıyor. 

Ödül sahiplerinin ve son dönemde basında AKP karşıtı demeçleriyle yer bulan Yaşar Kemal’in ödülü kabul edip etmeyeceği bilinmiyor. 

'Hassas dönemdeyiz, Cumhuriyet'i kutlamayın'

image AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi, Cumhuriyet'i kutlamamanın sosyal sorumluluk gereği olduğunu söyledi

AKP, belediye başkanlarına yazı göndererek, 29 Ekim nedeniyle düzenlenecek resmi kutlamalar dışında tüm şölenlerin iptal edilmesini istedi.

soL (HABER MERKEZİ) AKP, ellerinde bulunan belediyelerin başkanlarına verdiği yazılı talimatla, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda resmi kutlamalar dışında bütün eğlence ve şölen programlarının iptal edilmesini istedi. İptalin gerekçesi, "içinden geçilen hassas dönem" olarak gösterildi.

AKP yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi'nin tüm AKP'li belediye başkanlarına gönderdiği yazıda şöyle denildi: "İçinden geçilen hassas dönemde toplumsal sorumluluk ve duyarlılık bilincinin gereği olarak, 29 Ekim 2008 Cumhuriyet Bayramı'nda, illerde 'Valilik Koordinasyon Kurulu', ilçelerde 'Kaymakamlık Koordinasyon Kurulları'nın veya bu komitelere denk gelen mülki amirliklerce oluşturulmuş birimlerin sevk ve idaresi dışındaki bütün eğlence ve şölen programlarının iptalinin gereğini bildirir, çalışmalarınızda başarılar dilerim."

İptal kararının, kutlamalar sırasında düzenlenebilecek eylemlere karşı önlem amaçlı alındığı öne sürülürken, karar, ekonomik kriz nedeniyle masrafları azaltma olarak da yorumladı.

Başbakan ve bakanlar köprülü kavşak açacak
Bu talimat belediyelere gönderilirken, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından daha önceden duyurusu yapılan 29 Ekim'de köprülü kavşak açılışları programının iptal edilmemesi dikkat çekti. "Başkentte çifte bayram" diye duyurulan programa göre, Ankara'da toplam 13 adet köprülü kavşağın açılışı aynı anda, sinevizyon eşliğinde yapılacak. Eryaman Aile Yaşam Merkezi önünde saat 14.00'te gerçekleştirilecek açılış töreninde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, dev ekranlardan canlı yayınla açılışları yapılacak köprülere bağlantı kurarak, burada bulunan bakanlar aracılığıyla açılışları gerçekleştirecek. Açılışta Ferhat Göçer ve Ebru Gündeş de konser verecek.

Yine aynı reçete

image

Dünya Bankası, yeni Türkiye raporunu açıkladı. Raporda Türkiye’de, özellikle gençler arasındaki işsizlik sorununa işaret edilirken, çözüm olarak işverene kolaylık yapılması önerildi.

soL (HABER MERKEZİ) Dünya Bankası, “Türkiye’nin Gelecek Nesillerine Yatırım Yapmak, Okuldan İşe Geçiş ve Türkiye’nin Kalkınması” konulu raporunda, Türkiye’de işsizlik sorununa dair tespit ve önerilerde bulundu. Türkiye’de gençliğin çok büyük bir potansiyel olduğu belirtilen raporda, gençlerin rekabet ortamının zorlu ve standartların yüksek olduğu açık bir ekonomide yerlerini bulmalarının önemli olduğu söyleniyor.

Rapora göre Türkiye’de 15 ve 24 yaş arası gençlerin sadece yüzde 30’u istihdam ediliyor. Bu, bu yaş arasındaki gençlerin ulusal ortalamaya göre işsizlikle iki kat daha fazla yüz yüze geldiğini gösteriyor. Yine rapora göre gençlerin yüzde 40'ı "ne okula gidiyor ne de çalışıyor".

“İşsizliğe çözüm işverene kolaylık”
Raporda, ülkenin bilgi, beceri ve yenilik noktasında rekabet etmesi için açık bir iş gücü piyasasının gerekliliği vurgulanarak, Türkiye’de pek çok gencin iş gücü piyasasına girerken önemli zorluklarla karşılaştığı ifade ediliyor.

Somut olarak raporda önerilen çözüm ise sosyal güvenlik primlerinin düşürülmesi. Raporda, düşük ücretli iş gücü için sosyal güvenlik primlerinin düşürülmesinin, kayıtlı sektörde gençlerin işe alınmasını teşvik edeceğine işaret edilerek, düşük ücretli iş gücü üzerindeki vergi yükünün Türkiye’de oldukça ağır olduğu ve bu durumun işverenler için işe alım konusunda caydırıcı bir etki yarattığı belirtildi.

Rapordaki hesaplara göre “30 yaş altı çalışanların sosyal güvenlik primlerinin iş veren paylarında 7 puanlık bir azaltma ilave 70 bin kayıtlı yeni iş yaratacaktır. Bu rakam bu yaş grubu için kayıtlı istihdamda yüzde 2’lik bir artış anlamına gelmektedir” deniliyor.

Kürt sorununa Adana’dan çözüm!

image Devletin tüm imkanlarını kullanan çocuklar...

Adana Valiliği, İl İdare Kanunu'nun kendisine verdiği yetkiyi kullanarak Adana’da gösterilere katılan 325 çocuğun ailesi hakkında yasal işlem başlattı. Çocuklara Kabahatler Kanunu kapsamında 100 ile 170 YTL arasında değişen para cezası kesildi, ailelerin yeşil kartlarının iptal edilmesi kararlaştırıldı.

soL (HABER MERKEZİ) Adana Valisi İhsan Atış’ın “yetkilerini kullanarak” başlattığı uygulamada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Doğu illerini ziyaretleri sırasında yükselen protesto gösterilerine katılan çocukların ailelerinin yeşil kartları iptal edilecek, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nın ailelere yaptığı kömür yardımı kesilecek.

Vali Atış, “yaratıcı” uygulamasını şu şekilde savunuyor: "Kanunlar bize çocuklarımızı korumamızı emrediyor. Hem çocuklarımızı korumak, hem de ailelerimizi çocuklarını korumaya davet etmek için bu kararı aldık."

Adana Valiliği uygulamalar kapsamında muhtarlarla toplantı yapacak, öğretmenlerden öğrenciler ve din görevlilerinden yardım alacak. Din görevlileri camilerde yeşil kart ve kömür yardımı iptalini vatandaşlara anlatacak.

Adana Valisi İlhan Atış, “çocukları korumak” adına başlattığı uygulamayı “Mitinglere katılan, polise taş attığını tespit ettiğimiz yaklaşık 325'i çocuk, 780 kişiyi yüce yargıya gönderdik. Gösterilere katılanların hepsi bu kadar. Sürekli aynı görüntüler tekrar edince sayıları çok gibi gözüküyor" dedi.

Vali, çocukların sulama kanalında boğulmasının da ailelerin suçu olduğunu iddia ederek bu konuda da ailelere aynı müeyyidelerin uygulanacağını bildirdi.

“Hem devletin imkanlarını kullan hem de taş at”
Vali Atış, devletin imkânlarını kullanarak tedavi olan, yine devletin verdiği kömürle ısınan vatandaşın polise taş atmasına müsaade etmeyeceklerini bildirirken konuya dair listeler hazırlandığını ve listeye göre yeşil kartların ve kömür yardımının önümüzdeki hafta iptal edilmeye başlanacağını söyledi.

Savcı Öz’ün terfisi durduruldu

image

Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün terfisini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu hakkındaki iddialar nedeniyle durdurdu.

soL (HABER MERKEZİ) Birinci sınıfa ayrılacak hakim ve savcıları belirleyen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, gerekli süreleri tamamlayan Savcı Öz’ün terfisini hakkındaki iddialar nedeniyle durdurdu. Kurul Öz’ün terfisine karar verseydi, Yargıtay üyeliğine atanabilme şansı olacaktı.

HSYK, Öz’ün “birinci sınıfa ayrılmış ve üç yılını tamamlamış” savcı statüsüne alınıp alınmayacağını görüşerek, Öz hakkındaki incelemelerin tamamlanmasını istedi.

Öz hakkında Aydın’ın Çine ilçesinde görev yaptığı döneme ilişkin çok sayıda suç duyurusunun HSYK’ya ve Adalet Bakanlığı’na gönderildiğinin bildirildiği toplantıda, öncelikle bu incelemenin tamamlanması gerektiğine karar verdi.

Kurul, Öz’ün Çine görevi sırasındaki iddialar dışında, Öz’ün Ergenekon soruşturmasını yürütürken görevini kötüye kullandığı iddialarıyla ilgili olarak yapılan suç duyuruları üzerine Adalet Bakanlığı’nın verdiği soruşturma açılmasına gerek olmadığına ilişkin karara yapılan itirazların da sonucunun beklenmesi gerektiğine işaret etti.

Adalet Bakanı M. Ali Şahin’in Katılmadığı Kurul toplantısında, Öz’ün terfisinin iki konudaki sürecin tamamlanmasının ardından görüşülmesine karar verdi.

Ergenekon Savcısı Öz’ün Çine’de görev yaptığı dönemde bazı usulsüzlükler yaptığına ilişkin iddialar Aydınlık dergisi tarafından gündeme getirilmiş, Zaman gazetesi tarafından yalanlanmıştı.

Meydan bunlara mı kaldı?

image

Fethullah Gülen, koca dayağı yiyen kadına, “bir tekme de sen vur” diyor. Mehmet Şevket Eygi, toplumsal yaşamı ulemanın düzenlemesini öneriyor. 85 yaşındaki Cumhuriyet şeyhlerin ve tarikatların pençesinde hızla karanlığa yuvarlanıyor.

soL (HABER MERKEZİ) Ele geçirdiği her fırsatta, ABD’den Türkiye’ye fetvalar vermeye devam eden Fethullah Gülen’in bir “dost meclisinde” yaptığı konuşmada söylediklerine bakılırsa, “kocadır, döver de sever de” devri kapandı. Toplumsal yaşamı tarikatların yöneteceği bir ortamda, kadınlar kendilerine şiddet uygulayan kocalarından boşanabilecek, hatta dövüş kurslarına gidip, kocasına tekme tokat karşılık verebilecek, sigara içen baba ya da koca dava edilebilecek. “Aile içi huzuru” kısasa kısas yöntemiyle sağlamayı öneren Fethullah Gülen, daha önce de ekonomik krizde yatırımcıların nasıl hareket etmesi gerektiği yönünde uyarılarda bulunmuştu.

Gülen’in sohbet toplantılarına katılanlar arasında yer alan Zaman gazetesi yazarı Ahmet Kurucan, dinlediği sohbetin ayrıntılarını köşe yazısına aktardı. Kurucan, Gülen’in “sigara içen babanız olsa dava edin”, “kocanızdan dayak yiyorsanız, bir tekme de siz vurun” sözlerine yer vererek, Gülen’in, kadınların kendilerini gerekirse dövüş sporları öğrenerek savunmalarını önerdiğini de yazdı.

Şaka gibi fetva
“Hatta kocası tarafından dövülen kadınlar judo, karate, tekvando kurslarına gitse. Kocası bir tokat vuruyorsa, o da iki tokatla karşılık verse.” Kurucan, Gülen’in bu sözlerinin “şaka” olmadığının altını çiziyor. Yüzündeki hınzır gülümsemeden, Gülen’in şaka yaptığını zannedenlerin şu cümleyi de okuması gerekiyor. “Dövme haksız yere yapılan fiili bir saldırıdır ve suçtur. Bu saldırıya karşı nefsi müdafaa meşrudur. Hatta müdafaa etmeme ayrı bir suçtur denebilir.”

İpin ucunu ulemalara verin
Gülen’in fetvalarına, Milli Gazete yazarlarından Mehmet Şevket Eygi’nin “toplumu ulemalar yönetsin” önerisi de eklendi. Eygi, geçen haftaki bir yazısında, “bazı Müslümanların yoldan çıktığını”, “müftü ve şeyhlerin bir araya gelerek halkı uyaracak metinler hazırlaması gerektiğini” öne sürdü.

“Yüz kadar gerçek icazetli din âlimi, gerçek müftü, gerçek fakih, gerçek şeyh, gerçek mürşit bir araya gelseler; Müslümanlara hitaben bir bildiri metni hazırlasalar ve bu metin en az on büyük gazetede tam sayfa olarak yayınlansa, ayrıca birkaç milyon tirajlı bir broşür haline getirilip halka dağıtılsa... İyi olmaz mı? Böyle bir hizmet, böyle bir uyarı niçin yapılmıyor? Müslümanlara niçin öğüt verilmiyor?” diyen Eygi, Müslümanları çekip çevirecek, uyaracak yeterli sayıda ulema olmamasından da yakındı.

Eygi, toplumsal düzenin sağlanmasında tarikatların önemine sık sık değinen yazılar yazıyor. Gülen’in fetvaları ve Eygi’nin önerileri, Türkiye’de toplumun, şeyhlerin ve tarikatların pençesinde hızla karanlığa doğru ilerlediğini gösteriyor. Bu konuda son örnek, 25 Ekim’de Sakarya’da yaşanmıştı. Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan ve 2008 Nisanı'nda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açılışını yaptığı Kent Park’ta, çoğunluğunu türbanlı ve çarşaflı kadınların oluşturduğu “bir grup vatandaş”, parktaki gençlerin davranışlarından rahatsız olduklarını belirterek protesto gösterisi yapmışlardı. Gerici uygulamaları kanıksatma amaçlı “örgütlü” eylemleri mahalle baskısı adı altında “vatandaş tepkisi” boyutuna indirgeyen zihniyet, tarikatlar ve ulemalar aracılığıyla toplumsal düzeni daha da derin bir karanlığın içine itiyor.

Chavez'in çağrısı

image Chavez Sarkozy'i arayarak daha kapsayıcı bir zirve çağrısında bulundu.

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin zengin ülkeleri biraraya getirecek olan zirvesine karşı daha kapsayıcı ve tüm ülkeleri içeren bir zirve önerisinde bulundu.

soL (HABER MERKEZİ) Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez  ekonomik krize karşı dünya liderlerinin daha kapsayıcı bir zirve ile bir araya getirme çağrısında bulundu.

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin zengin G-7 ülkeleri ile G-20 ülkelerini kapsayacak olan liderler zirvesine alternatif olarak yaptığı çağrıda, Chavez dünya liderlerinin, birbirini dinlediği ve önerileri açıkca tartıştığı bir zirveye gerek duyulduğunu vurguladı.

Venezuelalı yetkililer aynı zamanda dünya basınında, düşen petrol fiyatları karşısında Venezuela ekonomisinin olumsuz etkileneceğine dair haberleri, Venezuela'yı yıpratmaya yönelik bir medya spekülasyonu olarak gördüklerini de açıkladılar. Chavez, "10 yıldır bizim ekonomimizin battacağını söylüyorlar ancak batan onlar oldu" açıklamasında bulundu. Venezuela, gelecek yıl petrol fiyatlarının varil başına 60 dolar olacağı ve ekonominin yüzde 6 oranında büyüyeceğini beklediğini açıkladı. 

Venezuela'nın alternatif zirve çağrısında bulunma nedenlerinden biri de 184 BM üyesinden 177'sinin oyları ile BM Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC)üyeliğine seçilmesi gösterildi. 

Kentler bizimdir’

image

Başta TOKİ olmak üzere kamu mallarından ihale alan şirketler ve yerel yönetimler, kentleri birer rant alanı olarak görüyor. “Kentsel dönüşüm” adı altında emekçileri yerlerinden sürgün edenlere karşı mahalleliler, öğrenciler, meslek insanları ve işsizler biraraya geliyor.

soL (İzmir) “Kentsel Dönüşüm” adı altında mahalleleri, yaşam alanlarını yıkan, bilim dışı ve rant amaçlı yaklaşımlara karşı, kentleri sahiplenen TMMOB Şehir Planlamacıları Odası, İstanbul ve Ankara’daki çalışmalarına İzmir’de devam etti. Basmane Garı’nda buluşan 100 kişilik ekip gün boyunca İzmir’in çeşitli mahallelerini gezip, buraların nasıl rant alanlarına dönüştürülmeye çalışıldığını izlediler ve yıkımlara karşı direnen mahalle halkıyla görüş alışverişinde bulundular. 

“Belediyeler rant peşinde”
İlk önce Yalı Mahallesi’nde araştırmalarda bulunan ekibip daha sonra Güzeltepe Mahallesi’ni ziyaret etti. Mahalle sakinleri Güzeltepe’nin 80’lerde kurulmuş olduğunu, 90’lar başladığında mahallede yap-sat binaların yapılmaya başladığını söyledi. Dere yatağının kenarında evlerin olduğunu ve dönemin belediye başkanı Burhan Özfatura’nın burada yaşayanlara “layığınızı buldunuz” diyerek kendilerine değer verilmediğini gösterdiğini anlattı. 

Mahalle sakini Zeki Acar, belediyeden daire istediklerini, ancak daire karşılığında kendilerinden 80 bin YTL istendiğini, ancak bu parayı veremediklerini söyledi. Mahallenin rant alanı haline getirilmesi isteğinden vazgeçilmesini isteyen mahalleliler mücadeleye devam edeceklerini belirttiler. Bir ara kalabalığı görüp gelen CHP’lilerin konunun içeriğini öğrenince ortadan kaybolmaları da ilgi çekici bir sahne oldu. 

“Yıkım değil çözüm istiyoruz”
Güzeltepe’den ayrılan ekip daha sonra Kuruçeşme Mahallesi’ne gitti. Kuruçeşmeliler’in diğer mahallelere göre daha fazla örgütlü olduğu gözlerden kaçmadı. Mahalle temsilcileri Nursel Çiftçi, İbrahim Ayaz ve Nejla Özdemir yaptıkları konuşmalarda belediyenin hiçbir uyarı yapmadan evlere yıkım kararı gönderdiğini ve bunları okullar kapandıktan sonra yaptığını söyledi. Temsilciler, yasal yollara başvurduklarını sonuç alamayınca yıkım araçlarına karşı barikatlar oluşturduklarını belirtti. Buca Belediyesi’nin hiçbir proje ve çözüm önerisi sunmadan evlerini yıkmak istediğini söyleyen mahalle temsilcileri, 20 yılı aşkın yıkım sorununun devam ettiğini, artık kendilerinin belediyeye çözüm ve proje sunacaklarını söylediler. Vurguncuların, para babalarının ülkenin kaynaklarını bitirdiğini ve artık gözünü mahallelere diktiklerini belirten mahalleliler buna izin vermeyeceklerini ve mücadeleye devam edeceklerini belirttiler. İstanbul Başıbüyük Mahallesi temsilcisi Adem Kaya da Kuruçeşme’de yaptığı konuşmada mahallelerinde 20 bin polisin beklediğini, halkın biber gazı ve coplar yediğini ancak verilen direniş sonucu bölgedeki yıkım kararının durdurulduğunu söyleyerek örgütlü ve birlikte mücadelenin önemine dikkat çekti. 

Kayan toprağa bina yapılıyor
Çalışmalarına Narlıdere’de devam eden ekip “kentsel dönüşüm” adı altında Narlıdere’de insan hayatıyla oynandığını belirtti. Toprak kayması riski olan yerde binalar yapıldığını ve insanların buraya yerleştirildiğini belirten Tuncay Karaçorlu, yetkililerin sorunu bildiklerini ancak gözlerinin para hırsını bürüdüğünü ve bina yapımına devam ettiklerini söyledi.

Zenginler gözünü kaleye dikti
Kadifekale’de çalışmalarına devam eden ekip burada mahalle temsilcileriyle bir toplantı gerçekleştirdi. Mahalle muhtarı ve Kadifekale Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Davut Tekin, yaptıkları faaliyetlerde yeterli destek bulamamaların sorununu yaşadıklarını söyledi. Kadifekale’nin İzmir’in en güzel yerlerinde birisi olduğunu ve burasının yerel yönetimlerin ve zenginlerin iştahını kabarttığını ve burayı bir rant alanı olarak gördüklerini belirten muhtar, gelinen noktada yerel yönetimlerin başarısız olduğunu belirtti. 1978 yılında heyelan bölgesi ilan edilen Kadifekale’nin bu başlık adı altında yıkılmak istendiğini ancak bunun bir bahane olduğunu burasının zenginlere satılmak istediğini söyledi. Mahalle temsilcilerinin konuşmalarının ardırdan kısa süreli bir teknik gezi gerçekleştirildi. 

Ekip, Ege Mahallesi’ne de giderek mahalle temsilcisiyle bir toplantı gerçekleştirdi. Ortak mücadele ve direniş kararının alındığı toplantının ardından “Kentler Bizimdir” ekibinin İzmir ayağı son buldu.

Rotopak'ta grev ilanı asıldı

image

Basın-İş, Tuzla Organize Sanayi Bölgesinde ambalaj üreten Rotopak'ta grev ilanını astı.

soL (HABER MERKEZİ) Türk-İş'e bağlı Basın-İş'in örgütlü olduğu çokuluslu Alcan Ambalaj Şirketine ait Rotopak Matbaacılık'ta grev ilanı fabrikaya asıldı. Tuzla Organize Sanayi Bölgesinde kurulu Rotopak'ta 18 Nisan'da başlayan ikinci dönem toplu sözleşme süreci, işverenin mevcut haklarda geriye gidiş anlamına gelecek bir teklifte ısrar etmesi üzerine anlaşmazlıkla sonuçlanmıştı.
 
İşyerine grev ilanı önceki gün vardiya çıkışında Basın-İş Genel Teşkilat Sekreteri ve işyeri baştemsilcisi Reyhan Mutlu, İstanbul Şube Başkanı Levent Dinçer ve sendikalı işçilerin katılımıyla asıldı.
 
Kanada merkezli çokuluslu Alcan Ambalaj Şirketine ait olan Rotopak'ta 340'ı sendika üyesi yaklaşık 450 işçi esnek ambalaj imal ediyor. Kararın asılmasının ardından grev için 60 günlük yasal süre başladı.

Savcı google'dan aramış. Peki siz?

image

Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya'nın AKP iddianamesinin delillerini internet arama motorlarından topladığı iddiası, Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararının açıklanmasından sonra yine gündeme getirildi. Mahkeme bazı delilleri yeterince kanıt sunmadığı için reddetmişti ama malum medya "başsavcıya soğuk duş" yorumlarını tercih etti. Ancak aynı medyanın insanlar hakkında haber yaparken hangi yöntemleri kullandıklarını hatırlamakta yarar var.

soL (HABER MERKEZİ) AKP'ye açılan kapatma davasının gerekçeli kararı önceki gün Resmi Gazete'de yayımlandı. İddianamede yer alan 400 kadar delilin geçerli sayılmaması üzerine bazı yayın organlarında savcı Abdullah Yalçınkaya'ya "copy-paste'ci savcı" yakıştırması yapıldı. Daha önce de AKP benzer bir suçlama ile davanın reddini istemişti. Aslında eleştirilen, delillerin internet taraması yoluyla toplanması değil, somut gerçeklikler yerine yorumlara dayanması, ses ve görüntü kayıtları ile desteklenmemesiydi.

Yalçınkaya'nın bu yönden eleştirilmesi, akla Ergenekon davasını getirdi. Ergenekon iddianamesi büyük ölçüde Tuncay Güney adlı "kayıp" bir şahsın ifadelerine dayanıyor ancak Güney tanık listesinde yer almıyor. Nokta dergisinde yayımlanan ama ne doğrulanan ne de yalanlanan "Darbe Günlükleri" ek iddianamede yer alırken Şamil Tayyar ve Fehmi Koru gibi isimlere düzenli olarak bilgi sızıyor.

Ergenekon soruşturmasının başından beri basında da kaynağı "ele geçirilen çok özel belgeler" ve "alınan duyumlar" olarak belirtilen yüzlerce habere imza atıldı. Soruşturmanın başlangıcında iddianame henüz ortada yokken Star, Taraf, Yeni Şafak, Sabah ve Bugün gazeteleri eşzamanlı olarak "7 temmuz'daki kanlı kaos planı"nı manşetlerine taşımıştı. Soruşturmanın ilerleyen safhalarında, gözaltına alınan ve tutuklanan yeni isimler hakkında daha kişisel "bilgiler" verilmeye başlandı.

Yetkili makamlardan resmi açıklama yapılmadığı halde medyada inanılmaz bir bilgi bolluğu vardı. Önemli olan doğru haberi vermek değil, kimsenin vermediği bir şey vermek olunca hayal gücü devreye girdi. Gündem öyle hızlı akıyordu ki bir gün önce çıkan haberin doğruluğunu araştırmak çoğu kişi için zaten mümkün değildi.

Örneğin Turhan Çömez yasal yollardan yurtdışına mı çıktı yoksa kaçtı mı bir türlü belli olamadı. Yine, 3 Temmuz'da Tuğgeneral Kadir Ali Esener'in gözaltına alındığı haberleri çıkarken ertesi gün Esener evinden yaptığı açıklama ile haberi yalanladı.

18 Eylül'de 8. Dalga kapsamında gözaltına alınanlar için "Hizbul Tahrir" adlı örgütle bağlantı iddiaları ortaya atılırken hangi kişilerin örgütle bağlantısı olduğu farklı medya organları tarafından farklı verildi. Milliyet gazetesi gözaltına alınanlardan beş teğmen ve bir askeri öğrencinin "Hizbul Tahrir" üyesi olduğunu yazarken Star gazetesi ve STV gibi kaynaklar ise gözaltına alınan sivil kişilerden "elektrikçi, telefoncu ve radyo teknisyeni gibi mesleklere sahip 7 kişinin" bu örgüte mensup olduğu iddiasına yer verdi. Bu karışıklık, alınan duyumların farklı medya organlarında farklı kombinasyonlarla sunulduğu şüphesini güçlendiriyor.

Uydurma haberler üretilirken haberin konusu olan şahısların özel hayatına dair "google aramaları" ile elde edilen bilgilere yer verilerek, yer yer belden aşağı vurularak daha "flaş" bir haber elde edilebileceği düşünülüyor. Kanaltürk'ün eski sahibi ve Bizkaçkişiyiz hareketi lideri Tuncay Özkan'ın gözaltına alındığı gün, Özkan'la birlikte sunucu Duygu Dikmenoğlu'nun da gözaltına alındığı yazıldı. Samanyolu TV,  Özkan'ın birlikte yaşadığı Dikmenoğlu'nu polis gelince evinin bodrumuna sakladığını iddia etti. Ancak daha sonra Özkan'ın apartman dairesinde oturduğu, evinin bodrumu olmadığı, en önemlisi de Dikmenoğlu'nun o sırada orada bulunmadığı ve gözaltına alınan isimler arasında olmadığı ortaya çıktı.

Vakit gazetesinin internet portalı habervaktim.com ise, 9 Ekim'de yaptığı haberle Türkiye Komünist Partisi'ni (TKP) Ergenekon davasına dahil etmeye çalıştı. Tüm ajanslardan önce sözkonusu sitede çıkan haberde TKP Trabzon İl Komitesi üyesi Cem Oytun Vardal'ın Giresun otogarında gözaltına alındığı belirtilirken "Alınan ilk bilgilere göre olay Ergenekon davasıyla bağlantılı olabilir" iddiasına yer verildi. "Haber"in sonuna olayın Ergenekon davası ile bağlantısını kurmak için şöyle bir bilgi sıkıştırılmıştı: "Bilindiği gibi şu andaki TKP, ilk kuruluş yıllarından çok farklı bir çizgide politika yapıyor. Partiyi ele geçiren grup, İşçi Partisi gibi "Ergenekoncu" çizgisiyle sol gruplardan bile tepki topluyor" ifadesi yer aldı.

Haber yapıldığı sırada, Oytun Vardal "üzerinde yasadışı yayın bulundurduğu" gerekçesiyle tutulduğu emniyetten yayınların yasal olduğu ortaya çıkınca serbest bırakılmıştı ve olayın Ergenekon soruşturması ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. 

AKP oy almayı hak ediyor mu?

image

AKP, DTP'nin elindeki belediyeleri ele geçirmek için uğraşıyor. Peki bölgede kendi elindeki kentlerde ne yaptı?

soL (HABER MERKEZİ) AKP, yerel seçimlerde özel bir önem verdiği Doğu ve Güneydoğu'da, diğer bölgelerde verdikleri belediyecilik hizmetlerini buralara da taşıyacakları eksenli bir çalışma yürütüyor. Bu bölgede de pek çok belediyeyi zaten elinde bulunduran AKP'nin, partilileri bile birbirine düşüren rant kavgalarıyla ve skandal kararlarla anıldığı düşünüldüğünde, aslında bir gerçeği dile getirdikleri söylenebilir.
 
AKP Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış, Bingöl Merkez İlçe Kongresi'nde yaptığı konuşmada, İstanbul'a, İzmir'e, Adana'ya ne hizmet götürmüşlerse, aynısını Doğu ve Güneydoğu illerine de bahşedeceklerini, her yere eşit imkan sunmayı hedeflediklerini söylerken, bunu ifade ediyordu. Bağış, halkın "biz artık köyümüze, yol, su, elektrik getirenlere, çocuklarımıza iyi eğitim verecek öğretmenleri, daha iyi doktorları, hemşireleri hizmetimize sunanlara, bizi adam yerine koyanlara oy vereceğiz" diyerek kendilerine oy verdiğini, kendilerinin de yolsuzluklarla, yoksunluklarla ve yasaklarla mücadele edeceklerini dile getiriyordu ama, bu sözlerini, bizzat bölgedeki AKP'li belediyelerin icraatları yalanlıyordu.
 
AKP'li belediyeler, devlet kasasından AKP'nin bölgeye akıttığı kaynaklardan fazlasıyla nasiplenmiş, AB fonlarından ve Dünya Bankası'ndan bölgeye gelen hibelerden ve kredilerden de yararlanmışlardı. Ne var ki, bu olanaklar, belediye eliyle halka hizmete yansımamış, rant kaynaklı skandallara yol açmıştı. Bu toz duman içinde, bölge halkının payına, oy için gönül çelme amaçlı küçük sadaka dağıtımları düşmüştü. Siyaseten de, belediyeler, ülke genelinde olduğu gibi buralarda da din unsurunu kullanan örgütlenme kurumlarıydı. Vaatlerle gerçekler arasındaki farkı, AKP'li belediyelerin bu bölgedeki uygulamalarına küçük örneklerle göstermek mümkün.

Siirt
Siirt Belediyesi Başkan Yardımcılığı görevine İstanbul'dan atanan Nurettin Ertemel ile Siirt Belediye Meclisi'nin diğer AKP'li üyeleri arasında yaşanan ihale kavgası, 11 üyenin istifasına kadar vardı. İstifacılar, kentin temizlik işleri ihalesini kazanan Akmercan firmasının, Erdoğan'ın dış ilişkiler danışmanı, AKP milletvekili Egemen Bağış ve Nurettin Ertemel tarafından kollandığını söylediler.

Siirt Belediye Başkanı Mervan Gül, TOKİ'nin "Tarım Köy Projesi"ni ailesi için özel köy yaptırmakta kullanmaktan hiç çekinmedi. Mervan Gül'ün doğum yeri Bostancık'ta yapılan konutların yarısından çoğu, aynı soyadını taşıyanlara "satıldı". Bunlardan geriye kalanlar da, Gül ailesinin akrabalarınca alındı. Evlerin yapılacağı kamu arazilerinin önce özel şahıslara, sonra TOKİ'ye satılmaya çalışılması da, rantın katmerlendirilmesiydi. Ilısu Barajı için yapılan bu projeden, köyün muhtarına bile ev düşmedi.
 
Van
Van Belediyesi, seçim öncesi vaatlerinin bir tekini yerine getiremediği gibi, kendi bünyesindeki temizlik işçilerinin bile parasını ödemeyerek, özellikle kenar mahallelerin çöplüğe dönmesine yol açtı. Van Gölü'nün kirlenmesini önlemek üzere parmağını kıpırdatmayan AKP'li belediyenin, bu amaca yönelik olarak hibe edilen paraları nerede kullandığı da öğrenilemedi. Ama, AKP'ye oy çıkmayan mahalleler saptanıp, olanca kadarıyla bile hizmet götürülmemesi konusunda titiz davranıldı.

Malatya
Malatya halkı, susuzluk, sağlık sorunları ve özelleştirmelerle boğuştu. Bahçelerde kanalizasyon suyunu kullanmak zorunda kalarak, salgın hastalıkların pençesine düşen yüzlerce yurttaşa bakım sağlanamadı, Malatya İl Sağlık Müdürü, sağlık sisteminin çökmek üzere olduğunu açıkladı.

Belediye Meclisi, özelleştirilen Sümer Fabrikası'nın arazisine yapılan parka Abdullah Gül, Şeker Fabrikası'nın arazisine yapılan parka da Tayyip Erdoğan ismini verdi. Valilik tarafından depreme dayanamayacağı raporu verilen okulda eğitime devam kararı alındı. "Kentsel dönüşüm" adı altında evlerinin yıkılması tehdidiyle karşı karşıya kalan halkın itirazlarına ve Belediye Başkanı Cemal Akın'ı protestolarına kulak asan olmadı. 
 
Şanlıurfa

"Dürüst Belediye Başkanı" olarak lanse edilen A. Eşref Fakıbaba, kente parklar, bahçeler, yollar, yeni bir stadyum ve yeni bir sanayi mahallesi "kazandırmakla" parlatıldı. Bunların AB fonları, İl Özel İdaresi'ne devredilen Tarım ve Köy İşleri'nin belediye emrine sunulan kaynakları ve AKP'nin açtığı para muslukları sayesinde mümkün olduğundan bahsedilmedi. Tabii, bu "hizmet inşası"nın yükseldiği arsaların çok önceden AKP'li üyeler tarafından satın alınmış olmasından da. Bu rant paylaşımının bir uzantısı olarak, İl Sağlık Müdürü'nün görevden alınarak, yerine Mardin'den başka bir AKP'li sağlık müdürünün gelmesi de önemli değildi. Bu yaşananlara halkın tepkisini, "bu kadar parayla o parkları kim olsa yapardı, bize iş gerekli" sözleri özetledi.
 
Bingöl

AKP'li belediye, kendi işçilerine olan 700 bin YTL'lik borcunu ödeyemediği için, hacze uğradı. Yolsuzluk iddialarının, altyapı, su, çöp sorunlarının, özellikle de söz verilen havaalanının yapılmamasının gündemden düşmediği Bingöl'de, halkın protesto yöntemi, Belediye için dilenmek oldu.
 
Kahramanmaraş

Belediye elindeki onca kaynağa rağmen elektrik parasını ödeyemediyse de, ramazan paketleri dağıtmakta sıkıntı çekmedi.

ANAP ve DP’nin önlenemez tükenişi

image

Merkez sağın iki "önemli" partisi ANAP ve DP, AKP’nin sağın önemli bir kısmını temsil etmesiyle tükenmenin eşiğine geldi. Her iki parti de mevcut genel başkanlarının istifası ve yeni genel başkan arayışlarıyla gündeme geliyordu. ANAP'ta dün yapılan kongrede Salih Uzun'ın Ahmet Özal'ı geçerek başkan seçilmesi bu arayışları sona erdireceğe benzemiyor.

soL (HABER MERKEZİ) AKP’nin sağın önemli bir kısmını temsil etmesi sağ partilerin tükenişini beraberinde getirdi. Yakın dönemde Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Erkan Mumcu ve Demokrat Parti (DP) Genel Başkanı Mehmet Ağar istifa etti. Dün yapılan ANAP olağanüstü kongresinde Salih Uzun Genel Başkan olurken, Türkiye sağının çatı partisi DP de Kasım ortasında yeni genel başkanını seçmeye çalışacak.

ANAP’ın yükselişi ve düşüşü
20 Mayıs 1983 genel seçimlerinde yüzde 45 oy alarak siyaset hayatına atılan ANAP iki kez tek başına iktidar oldu; iki kez de koalisyon hükümeti içinde yer aldı.

Turgut Özal, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Ali Talip Özdemir, Nesrin Nas’ın ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı görevinden istifa eden Erkan Mumcu partiye genel başkan olmuştu. ANAP iktidar dönemindeki icraatları nedeniyle “İhale partisi” “Mütahit Partisi” olarak bilindiği için parti Mumcu ile birlikte imaj tazelemeye çalıştı ancak değişen sadece partinin tabelası oldu. Yeni tabelanın da yeşil olması Mumcu’nun AKP geçmişiyle birleşince parti sert eleştirileni hedefi oldu.

Kişisel servetini tükettiği için Erkan Mumcu da son olarak parti genel başkanlığı görevini bırakacağını açıkladı. Mumcu’nun istifa edeceğini açıklamasının ardından uzunca bir süre genel başkanlık görevinin talibi çıkmamıştı.

25 Ekim’de başlayan kongre “yeterli delege sayısına ulaşılamadığı” için geç başlamak zorunda kaldı. Kayıtlı 1040 delegenin 667'sinin katıldığı kongrede 4 aday adayı104 delegenin onayını alırsa genel başkanlık için yarışabilecek. Adaylar arasında Ahmet Özal, Genel Başkan Yardımcıları Salih Uzun ve Murat Akdeniz'le birlikte Metin Karadayı da bulunuyor. Kongrenin favori adayı ise Ahmet Özal'dı. Ancak Özal dün hayalkırıklığına uğradı, partinin genel başkanlığına Uzun seçildi. Ne var ki, partinin bir çıkış yakalamasının imkânsız olduğu yorumları yapılıyor.

Parti 2007 seçimleri öncesinde de DYP ile DP çatısı altında birleşmeyi denemiş ancak başarısız olmuş ve genel seçimlere dahi katılamamıştı. Mumcu başarısızlıktan DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ı sorumlu tutarken Mesut Yılmaz’ın partinin yeniden başına geçeceği yorumları yapılmıştı.

Ergenekon davasında yargılanan Sami Hoştan ise dinlemeye takılan telefon görüşmesinde Halil adlı kişiye Ağar’ın DP projesinin gerçekleşmemesi için Tayyip Erdoğan’dan 60 milyon dolar rüşvet aldığını söylemişti.

DP de tünekiyor
İddiaların odağında yer alan Mehmet Ağar’ın istifasıyla 2007 seçimleri öncesinde “siyasete yeni soluk katacağı” yorumları yapılan DP de genel başkan adayı aramaya başladı. 17 Kasım cumartesi günü yapılacak kongrede adaylığını açıklayan DYP genel sekreterlerinden Serhan Yücel oldu. Parti binasında yaptığı basın toplantısında Yücel adaylığını bir çıkış olarak değil bir kurtarma harekâtı olarak değerlendirdi. Yücel’e göre partinin varolma mücadelesi vermesine az bir zaman kaldı.

Yeni projelere iddialı taliplerin çıkmaması eski isimlerin tekrar gündeme gelmesine neden oluyor. Rize’den bağımsız milletvekili olan Mesut Yılmaz’ın ismi ANAP ile birlikte DP Genel Başkanlığı için de geçiyor. Bir diğer isim ise eski DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ancak her iki isime de muhalif olan yöneticilerin yeni bir “iddialı isim” arayışı devam ediyor. “sağı birleştirelim” diyen Yılmaz, DP çatısı altında ANAP ve DYP birleşmesinin gerçekleşmemesi üzerine partiye üye olmaktan vazgeçmişti. Yılmaz’ın adı o dönemde birleşmenin ardından genel başkanlık için geçiyordu.


 

AKP'nin polisi iş başında!

image

AKP'nin tahammülsüzlüğü, ağırlığı giderek artan polis teşkilatına yansıdı. Her tür eylem ve etkinliğe saldırmaya başlayan polis, AKP kalesini yere yatırdığı kişilerin kafasına silah dayayarak savunmaya başladı.

soL (HABER MERKEZİ) Bir süredir gündemde olan Emniyet'in Başbakanlık'a doğrudan bağlanması tartışmaları, son yapılan MGK toplantısında kesinlik kazanırken, polisin tutumunu gelişmelere uygun olarak "düzenlemesi" dikkat çekiyor.

AKP karşıtı eylem yapan göstericileri gözaltına alan,bunu yaparken "orantısız güç" kullanan, AKP'yi eleştiren pankart asan siyasi parti binalarını "basan" polis, AKP'ye itiraz içeren tüm siyasi faaliyetlere karşı giderek tırmanan bir tahammülsüzlük içinde.

Polisin yeni rolü: Muhalefetin "işini bitirmek"

Polisin benimsediği rolü gözler önüne seren son iki örnek, dün İstanbul ve Samsun'da yaşandı. Taksim'de AKP karşıtı miting duyurusu yapmak ve pankart açmak isteyen Öğrenci Kollektifleri'nden bir grup, polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Pankart açan öğrencilere saldıran ve yere yatırıp kafalarına silah doğrultan polis, sekiz öğrenciyi gözaltına aldı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de katılacağı Samsun Ondokuzmayıs Üniversitesi'nin 2008- 2009 Yeni Akademik Yılı'nın saat 14.00'teki açılış töreninden iki saat önce, AKP'nin ve Gül'ün üniversitelere yönelik gerici ve piyasacı müdahalelerini protesto etmek için törenin yapılacağı Kurupelit Kampusü'ndeki Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'ne yürümek isteyen TKP, ÖDP ve Öğrenci Kollektifleri'nden öğrencilere polis müdahale etti ve 41 öğrenciyi gözaltına aldı.

23 Ekim günü Mersin'de, AKP karşıtı  "Aklamıyoruz Haklıyoruz" kampanyasının standını açan Halkevleri üyelerine saldıran polis, dört kişiyi gözaltına aldı. Aynı gün saldırıyı protesto için taş bina önünde açıklama yapmak isteyen, Halkevleri, ÖDP, TKP, SES, 78'liler Derneği, Genç-Sen, Partizan, Sosyalist Barikat, Alınteri, DHP temsilcilerinden oluşan 50 kişilik grup da polisin saldırısına uğradı. Basın açıklamasını okuyan Halkevi yöneticisi Ezgi Aslan, yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Mersin Emniyeti'nin bir süre önce, Mersin Halkevi hakkında "AKP karşıtı odak olma" gerekçesiyle kapatma davası açılmasına ön ayak olması, dikkat çeken bir diğer nokta.

12 Ekim'de "Aklamıyoruz Haklıyoruz" kampanyası çerçevesinde Mecidiyeköy Perpa'da bulunan AKP il binası önüne yürümek isteyen Halkevciler, polis saldırısıyla karşılaştı. Okmeydanı, Gültepe ve Sarıyer Halkevleri'nin ortak düzenlediği eylemde, yürümeleri engellenen göstericilerden 34'ü polisin sert müdahalesiyle gözaltına alındı.

11 Ekim günü Eşkişehir'de gazete satan ve bildiri dağıtıan Yurtsever Cephe ve TKP üyelerine polis müdahale etti. Önce bir çembere alınan Yurtsever Cephe ve TKP üyeleri, ilginç bir şekilde Ülkü Ocakları önünde uzunca bir süre bekletildi. Müdahalenin biçimi ve seçilen yerin Ülkü Ocakları önü olması, polisin provokasyon ortamı yaratmaya çalışması olarak yorumlandı. Ardından sivil polisler eşliğinde olay yerine getirilen zabıtalarla birlikte parti üyelerine teker teker ceza yazılmak istendi.

8 Ekim'de, Türkiye Komünist Partisi Trabzon İl Komitesi üyesi Cem Oytun Vardal, Giresun Otogarı'nda, hakkında bir ihbar olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. TKP Trabzon İl Komitesi, Vardal'ın dayanağı ve içeriği belli olmayan bir ihbar iddiasıyla göz altına alındığını, bu ülkede AKP karşıtı siyasi çalışma yürütmenin suç unsuru haline getirilmek istendiğini dile getirdi. 

22 Eylül'de, ÖDP Keçiören İlçe Başkanlığı'na, Deniz Feneri yolsuzluğunu protesto eden "Deniz Feneri Dişli Çıktı. Durmadan Çalanlardan Hesap Soracağız" yazılı pankart asılmasının ardından, aynı gece çok sayıda resmi ve sivil polis, ÖDP Keçiören ilçe binasını ablukaya alarak pankartı indirmeye çalıştı. Parti avukatının pankartın yasal olduğunu ve ilçe binasına ve önüne pankart asmalarında yasal hiçbir engel bulunmadığını söylemesine karşın, görevli polisler, "çevrede rahatsızlık yarattığını ve indirilmesi için kesin talimat aldıklarını" söyleyerek pankartı indirdiler, izinsiz pankart asmak nedeniyle partiye 125 YTL ceza kestiler. ÖDP, mahkemeye başvurarak "parti binalarına pankart asmak izne tabi değildir" gerekçesiyle cezaya itiraz etti.

Hepsi bu değil ama....

Polisin AKP'nin "vurucu timi" rolüne büründüğü örnekler kuşkusuz bunlarla sınırlı değil. Ama son bir aya odaklanan bir inceleme, polisin nasıl muhalefetin "olağan siyasi faaliyetleri"ni saldırı ve gözaltı konusu haline getirdiğini, şiddetin dozunu nasıl tırmandırdığını gösteriyor.

Metalde grev sesleri yükseliyor

image

Standart Depo, BEKAERT, Yücel Boru ve Areva’nın aralarında yer aldığı 14 fabrikadaki Birleşik Metal üyeleri, MESS'in, teklifinden geri adım atmasını istedi.

soL (Kocaeli) Metal işçileri, işleri ve geleceklerine sahip çıkmak için eylem yaptı. İzmit’te BEKAERT ve Standart Depo, Gebze’de ise Yücel Boru ve Areva’nın da aralarında yer aldığı 10 fabrikada eylem yapan Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi işçiler, “iş, ekmek ve barış” diyerek seslerini yükseltti. Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreteri Selçuk Göktaş, işçilerin esnek çalışmayı asla kabul etmeyeceği ve greve hazırlıklarını hızlandırması gerektiği belirtildi.  

 

Grevi kucaklayacağız
BEKAERT işyerine yaklaşık 300 metrede servislerden inip yürüyüşe geçen işçiler, “Sefalet zammı istemiyoruz”, “İşçiyiz haklıyız kazanacağız” sloganları ile fabrikanın önüne geldil. Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreteri Selçuk Göktaş, burada yaptığı açıklamada, MESS'in teklifinin, haklarda geriye gidişin yanı sıra açlık ve yoksulluğu uygun gördüğünü belirtti. Göktaş, “Eflasyon oranın dahi altında kalan bir teklif karşısında üretimden gelen gücümüzü kullanacağız. Esnek çalışma koşullarını kabul etmeyeceğiz. Çünkü esnek çalışma gelir güvencemizi ortadan kaldıracaktır. Grevi kucaklamaktan çekinmeyeceğiz” dedi. İ 

Mücadelemizi büyüteceğiz
Standart Depo işçileri de, greve hazır olduklarını bildirdi. Birleşik Metal-iş Kocaeli Şubesi Sekreteri Talat Çelik, MESS’in dayatmış olduğu koşulların olumsuz sonuçlar doğuracağını belirterek, “Bu dayatmalar kabul edilemez. Bundan sonra sadece kendimiz için değil 100 bin metal işçisi için mücadele edeceğiz. Gerek mahallerde, gerek kahvehanelerde bu mücadelenin örgütlülüğünü sağlayacağız” dedi. Çelik, önceki gün işverenin sendika temsilcilerini fabrikaya almak istememesinin ise talihsiz ve işçilere karşı bir tavır olduğunu kaydetti. 

Gebze’de de eylem
Birleşik Metal-İş Gebze Şubesi’nin örgütlü olduğu 10 fabrikada da, işçiler, 1-2 kilometre mesafede servisten inip sloganlar eşliğinde işyerine yürüdü. Sendikanın Gebze Şubesi Başkanı Erdoğan Özer, Yücel Boru ve Areva’daki eylemler katıldı. Özer, yaptığı açıklamada, MESS’in teklifinin kabul edilemez olduğunu savunarak, ‘’MESS yöneticileri ve işverenler bilmeli ki, metal işçisi açlıkla terbiye edilemez. Biz, kimseden yardım ve sadaka değil, hakkımızı istiyoruz.  İşveren, bir yıl hiç iş yapmasa bile bizim yarattığımız katma değerle 6 yıl maaş ödeyebilir. Biz, bu artı değerden doğan payımızı istiyoruz’’ dedi. İşçiler, zorunlu mesailere kalmama kararı da aldı. 

Blogspot.com da yasaklandı!

image

Türkiye’de son bir yılda binlerce internet sitesine getirilen erişim yasağına, dünyanın en büyük “blog” sitesi blogspot.com da eklendi.

soL (HABER MERKEZİ) Blogspot.com üzerinde yer alan sitelere girmeye çalışanlar, artık alışılan devasa boyutlardaki çiğ kırmızı renkli “Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir” cümlesinin altında  “T.C. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir” ifadesi ile karşılaşıyorlar.

Youtube video paylaşım sitesine girilememesi en bilinen örnek olsa da, bu konudaki yasaklar, geçtiğimiz haftalarda Vatan gazetesinin internet sitesi gazetevatan.com’un ve ünlü evrim bilimci Richard Dawkins’in sitesinin Adnan Oktar tarafından engellenmesiyle yeniden gündeme gelmişti. 

2003 yılında Google tarafından satın alınan blogger.com’un aynı firma bünyesinde bulunan blogspot.com ile birleştirilmesiyle ortaya çıkan servisin, kimin başvurusu üzerine yasaklandığı henüz netlik kazanmadı. Cuma günü uygulamaya konan bu yasaklama, hafta sonu da sürecek gibi. 

Blog nedir?
Blog, İngilizce’de web (ağ) ve log (günlük) kelimelerinin birleşmesinden üretilmiş bir kısaltma. Hazırlanışı açısından bildiğimiz günlüğe benzetilen 'blog’lar, internet kullanıcılarının kendi ilgi alanları çerçevesinde içeriklerini oluşturdukları ücretsiz ve kolay hazırlanan siteler. Web 2.0 olarak adlandırılan ve “içeriği biz değil kullanıcılar oluştursun” yaklaşımının ürünü bu siteler, genel bir kabul olarak, alternatif bilgi kaynaklarına ulaşmanın bir yolu olarak görülüyor.


Bunun acısı pazartesi çıkar

image Japonya'da cuma günü olanların pazartesi tekrarlanması durumunda, bir "kara pazartesi" sendromunun yaşanması kaçınılmaz

Japonya borsasında yüzde 10 düzeyindeki çöküşle başlayan "küresel gün" ABD borsalarında yüzde 3,6'ya varan düşüşle kapandı. Türkiye, ABD'deki sarsıntının etkilerini saat farkıyla atlatmış olsa da, pazartesinin hayli "kara" bir gün olması bekleniyor.

soL (HABER MERKEZİ) Dünya piyasaları, krizin başından bu yana en sarsıntılı günlerinden birini geride bıraktı. Tokyo borsasının göstergesi olan Nikkei endeksi yüzde 9,6 değer kaybederken, Almanya ve İngiltere'de yüzde 5, ABD'de ise yüzde 3,6 kayıp yaşandı.

Türkiye'de ise borsadan dolara doğru bir kaçış gözlendi. Dolar, Merkez Bankası'nın müdahalesine rağmen yüzde 2,4 değer kazanarak günü 1,69 YTL'den kapatırken, İMKB-100 endeksi 864 puan gerileyerek günü yüzde 3,5 düşüşle tamamladı. Bu rakamlar, bir kriz gününün "ucuz atlatılmış" halinin bilançosunu oluşturuyor.

Türkiye piyasası, krizin ilk günlerini nasıl bayram tatili sayesinde az hasarla atlattıysa, ABD'de dün yaşanan çöküşü de saat farkıyla atlattı. Ne var ki, yerli yatırımcının, pazartesi sabahı, ABD'nin cuma günü kapanışı ve Japonya'nın pazartesi sabahı göstereceği açılış performansına göre hareket etmesi bekleniyor.

ABD'de yaşanan çöküşün ardından, Japonya'nın da pazartesi sabahı güne cumaya benzer bir düşüşle başlaması durumunda, İMKB'nin Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle salı günü öğlenbaşlayacak ve 1,5 gün sürecek olan tatilini erkene almak gerekebilir.

Ankara'da "sol" adaylar çoğalıyor!

 

 

 

 

image

DSP, Ankara Büyükşehir Belediyesi için CHP'den aday olması beklenen Karayalçın'a, bağımsız aday olmaması durumunda destek vermeyecek. DSP'nin kendi adayını belirlemek için tartıştığı isimler ise sosyal demokrasi cephesinde yeni bir şey olmadığı izlenimini veriyor.

soL (HABER MERKEZİ) Yerel seçimler yaklaşırken, Ankara Büyükşehir Belediyesi için kimin yarışacağı tartışmaları yoğunlaşıyor. DSP, bağımsız aday olursa destekleyeceğini söylediği, Büyükşehir'in eski belediye başkanlarından SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın'ın adaylığını CHP'den koyacağının ağırlık kazanması üzerine, kendi adayını belirlemek için çalışmalara başladı.

DSP  parti tabanında, eski ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut ile halen DSP Genel Başkan Yardımcısı olan Tayyibe Gülek için nabız yoklandığı söyleniyor. Partinin eski Ankara İl Başkanı ve Genel Sekreter Yardımcısı Tufan Bural, Tümay Dershaneleri kurucularından Zeki Hançerlioğulları ve bir süre önce CHP'den istifa ederek DSP'ye katılan Ankara eski milletvekili Prof. Dr. Mehmet Tomanbay gibi isimler de telaffuz ediliyor.

AKP'nin CHP'den almak istediği Çankaya da DSP'nin gündeminde. DSP Genel Başkanı Zeki Sezer'in Çankaya'ya büyük önem verdiği ve eski Çankaya belediye başkanları Doğan Taşdelen ve Haydar Yılmaz ile sendikacı Yaşar Seyman gibi isimlerle görüşeceği belirtiliyor.

CHP almayacaksa biz alalım
Eski ODTÜ Rektörü Ural Akbulut'un bir süre önce CHP'den büyükşehir belediye başkan adayı olacağı söyleniyordu. Özellikle Kızılırmak suyu ve ODTÜ arazisi gibi gündemlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek'le karşı karşıya gelen Akbulut için bu yakıştırma sıkça yapılıyordu. Akbulut, sekiz yıllık rektörlüğünün son dönemlerinde AKP'nin istemediği isimlerin başında geliyordu.

AKP'ye karşı laiklik vurgusuyla muhalefet eden Akbulut, iş YÖK'ün piyasacı uygulamalarına gelince direnç göstermiyordu. Liberal bir rektör olarak göze çarpan Akbulut'un en önemli icraatlarından biri, KKTC'de açılan ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü'ydü. ODTÜ'de yer alan birçok bölümün Kuzey Kıbrıs Kampusü'nde paralı olarak ve çok daha düşük puanlarla açılması, öğrencilerin ve akademisyenlerin büyük tepkisini çekmişti. Mart 2008'de Türkiye'nin Kosova'ya da ODTÜ kanalıyla üniversite kuracağı haberleri çıktığında, Akbulut, "Türkiye'nin yararına olacaksa ve görev verilirse biz hazırız, mutluluk duyarız" demişti.

Kuruluşu 1980'lerin sonuna dayanan ve ABD'yi örnek alarak planlanan ODTÜ Teknokent de, Akbulut'un döneminde gelişti. Öğrencilerin ve yeni mezunların ucuz işgücü olarak görüldüğü ve bazı öğretim görevlilerinin şirket sahibi olduğu Teknokent'te, NATO için gece görüş sistemi de geliştirildiği biliniyor. Teknokent'i çok önemsediğini her fırsatta belirten Akbulut, hemen her yıl üniversitenin açılış ve mezuniyet törenlerinde de ODTÜ mezunu işadamlarını övüyor, öğrencilere onları örnek almalarını tavsiye ediyordu.

Tayyibe Gülek: "Parlak bir kariyer"
DSP'nin Ankara adaylarından bir diğeri olan Tayyibe Gülek, CHP'nin ilk seçilmiş genel sekreteri olan Kasım Gülek'in kızı. Halen DSP Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Gülek, TBMM 21. Dönem'de milletvekiliği yapmış ve "Kıbrıs'tan ve Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlardan Sorumlu Devlet Bakanı" olarak atanmıştı.

1991 yılında Harvard Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden mezun olan Gülek, London School of Economics'te yüksek lisans eğitimi gördü ve Belçika'daki College d'Europe'ta Avrupa Birliği kursunu tamamladı. Meclis'te görev yaptığı sürede Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Delegasyonu üyesi ve Batı Avrupa Birliği Türk Delegasyonu üyesi olan Gülek, AKP'nin 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden önce milletvekili adaylığı teklifi götürdüğü isimlerden biriydi. Gülek, Kemal Derviş gibi Dünya Bankası'nda çalışmış olan ve 2006'da adı Merkez Bankası Başkanlığı için geçen İlker Domaç ile evli.


TRT çalışanları Şahin diktasına direniyor

image AKP'nin TRT'si sansürün kalesi oldu

TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, Haber-Sen'in kurum çalışanlarının cep telefonlarına mesaj atmasını yasaklamıştı. Çalışanların şimdi de e-posta yoluyla haberleşmesi engellenmeye çalışılırken, sendika, yasaya aykırı olduğunu söylediği yönetmelik ve uygulamalara karşı hukuki mücadeleye hazırlanıyor. TRT emekçileri ayrıca yeni bir iletişim ağı oluşturdu.

soL (Ankara) TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, eleştirilere kulaklarını tıkamakla yetinmeyerek, kurumda kendisine karşı etkin bir muhalefet yürüten ve yolsuzluklarını ortaya çıkaran KESK Haber-Sen'in de elini kolunu bağlamaya çalışıyor. Ülkenin en köklü yayın kurumunda iletişime getirilen yasaklar, TRT çalışanları tarafından Nazi döneminin propaganda bakanı Joseph Göbbels'in uygulamalarına benzetiliyor.

İbrahim Şahin, göreve geldiği Kasım 2007'den beri güvenlik görevlilerini ve böyle bir görevi ya da yetkisi olmayan memurları kendi sansür çalışmaları için kullanmaya çalışıyordu. Son olarak kurum çalışanlarının e-posta adresleri filtrelenerek, istenmeyen bilgilerin yayılması engellenmeye çalışılıyor. Bu uygulama aslında yeni değil. Haber-Sen üyesi TRT çalışanları, Haziran ayında attıkları e-postaların alıcılara ulaşmadığını fark edince, Bilgi İşlem Müdürlüğü'ne başvurmuşlar, "çok yoğun e-posta geliyor o nedenle Yahoo ve Gmail gruplarından gelen mesajları engelledik" yanıtını almışlardı.

Sendika, bunun üzerine, satın aldığı "habersen-ankara.org.tr" uzantılı resmi mail adresini kullanmaya başlamıştı. Bu duruma başlangıçta "izin verilirken", şimdi bu adresten gelen mesajlar da keyfi olarak  engellenmeye başladı. Ayrıca kurum çalışanlarına ait "
isim.soyad@trt.net.tr" uzantılı adreslere gönderilen e-posta mesajları filtrelenmeye başladı. Amaçlanan, sadece sendikanın değil, kimsenin yönetimi eleştirememesi. Ortaya çıkan boşluğu ise TRT Basın Müşavirliği'nin tüm adreslere servis ettiği ve İbrahim Şahin'i över nitelikte e-postalar dolduruyor!

Demokrasi şampiyonu AKP'nin sansürcü memuru
Haber-Sen tarafından çalışanlara cep telefonu mesajı atılmasından rahatsız olunan TRT'de, geçen ay yeni bir yönetmelik çıkarılmıştı. 24 Eylül 2008 tarihli ve 27007 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren "TRT Kurumunda Memur Statüsünde İstihdam Edilen Personel Yönetmeliği"nin 27 maddesi, ilginç yasaklarla dolu. Yönetmeliğin 1. maddesinde, "kurum personelinin grev düzenlemesi yasaktır" denilirken, 2. maddede de şu ifadelerle iletişim yasağı ilan ediliyordu: "Kurum personeli ülke ve kurum yönetimini kötüleyici mahiyette e-posta, SMS (cep telefonu iletisi), faks göndermek, medya araçlarından yayın yapmak, pankart dolaştırmak, broşür ve el ilani dağıtmak veya yapıştırmak gibi toplu ya da ferdi hiçbir eylemde bulunamaz."

Yönetmelikte sayılan eylemler, Haber-Sen'in kurumda kullandığı muhalefet araçlarını bire bir tarif ediyor! Cep telefonu mesajlarından önce de, Şahin, sendikanın kurumun giriş kapısında bildiri dağıtmasına engel olmaya çalışmıştı. Anlaşılan o ki, ne yapılan sözlü uyarılar ne de padişah fermanını andıran yönetmelikler muhalefete engel olabilince, son çare olarak sansür yöntemine başvuruldu.

Yasaklar yine işe yaramadı
Fakat yönetim, emekçileri hafife almış gibi görünüyor. Sansürün ardından sendika, çalışanların kurum tarafından verilen dışındaki kişisel e-posta adreslerini toplayarak yeni ve bağımsız bir iletişim ağı oluşturdu. Ayrıca oda oda dolaşarak bülten ve bildirilerini dağıtmaya devam ediyor. Görüşünü aldığımız Haber-Sen Ankara Şube Başkanı Fatih Eroğlu, yönetmelikteki yasaklamaların yaptırım gücü bulunmadığını ifade etti. Çünkü 4688 Sayılı Kamu Çalışanları Sendikalarıyla İlgili Yasa'da, işverenin sendikal faaliyetlere katılma hakkını engelleyemeyeceği belirtiliyor ve yasaların gücü yönetmeliklerin üzerinde.

Baskıcı ve demokrasi kültüründen yoksun bir tutum olarak değerlendirdiği sansür uygulamalarına karşı hukuki mücadeleye hazırlandıklarını belirten Eroğlu, Elektrik Mühendisleri Odası'ndan yetkililer çağırarak e-posta mesajlarının engellendiğini tespit eden bilirkişi raporu tutturduklarını söyledi. Eroğlu, Türk Ceza Kanunu'nun 118. maddesinde sendikal faaliyetleri cebren ya da hukuken engellemeye çalışanların üç yıla kadar hapis ve devlet memurluğundan men ile cezalandırılması hükmünün yer aldığını da hatırlattı.

Şer'i finansın kriz hamlesi

image Türkiye bankacılık sektörünün yaklaşık yüzde 4'üne sahip olan yeşil sermaye, krizden istifade fazlasını istiyor

Şeriat hükümlerine uydurulmuş finansal faaliyetlerin "krize bağışık" olduğu iddia edilmeye başlandı. İddialar, Türkiye'de yeşil sermayenin bugüne kadar dışında kaldığı finans sektörüne girme çabası olarak değerlendiriliyor.

soL (HABER MERKEZİ) İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, küresel finansal krizin şeriat hükümlerine uygun finansal mekanizmalar için bir fırsata dönüştürülebileceğini söyledi. 13-17 Ekim tarihleri arasında düzenlenen İslami Bankacılık Toplantısı'nda yoğun olarak tartışılan bu konu, Türkiye'de de İslami bankalar tarafından gündeme getiriliyor.

Herkesin krizi, kimilerinin fırsatı
Şeriat hükümlerine uygun bankacılığın Türkiye'deki dört temsilcisi olan Bank Asya, Kuveyt Türk, Albaraka Türk ve Türkiye Finans, üyesi oldukları Türkiye Katılım Bankaları Birliği'nin sunduğu verilere göre, bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin yüzde 3'ünü, toplam mevduatların yüzde 4'ünü, toplam kredilerin ise yüzde 5'ini ellerinde bulunduruyorlar.

Yeşil sermayenin diğer sektörlere oranla çok geride kalan finans ayağı, "İslami bankacılık krize bağışık" söylemini kullanarak "krizi fırsata dönüştürmeyi" ve bugüne kadar dışında kaldığı finans sektörüne girmeyi hedefliyor.

Krize bağışık olunabilir mi?
Şeriata uygun bankacılık yapan kurumların küresel krizden dünya çapında daha az etkileniyor olmalarının başlıca sebebi olarak, bu kurumların küresel finans sistemine henüz derinlemesine entegre olmamaları gösteriliyor.

Nitekim krize ellerini ovuşturmak yerine soğukkanlı yaklaşan şer'i finans uzmanları, geleneksel finans sektörü ile şer'i kesim arasındaki ilişkiler güçlendikçe, bu kesimdeki varlıkların değerinde de, finansal sektörün genelinde görülen dalgalanma ve sarsıntıların görülmeye başlayacağını belirtiyorlar.

Şer'i bankacılığın önerdiği "kâr payları"nın geleneksel bankacılık sisteminin önerdiği faizlerle neredeyse bire bir örtüşmesi, bir eleştiri konusu olagelmişti. Bunun üzerine, Batı'daki HSBC, BNP Paribas, Citibank, Deutsche Bank gibi büyük bankaların hemen hepsi birer "İslami" departman kurdu.

Bu bankalardan alınacak "kâr payları"nın "helal" olup olmadığı bankalar arası rekabeti yakından ilgilendiren ayrı bir tartışma konusu olsa da, kesin olan nokta, bu gelişmenin şer'i bankacılık ile geleneksel bankacılığın daha da iç içe geçmesine neden olacağı. Dolayısıyla, Batı'nın şer'i bankacılığa olan ilgisinin devam etmesi durumunda, bu kriz sırasında olmasa da bir sonraki krize kadar, krizlere açıklık açısından iki yapı arasında bir fark kalmamış olacak.   

Şer'i bankacılık, finansal sistem tarafından üretilen türev enstrümanlara uzak dursa da, ekonominin genel gidişatından bağımsız olması mümkün değil. Ekonominin geri kalanı ile bağlarını borç-faiz ilişkisi yerine, katılım ortaklıkları, leasing vb. biçimlerde kuran bu kesimin, krizin yaratacağı ekonomik durgunlukta, finans sektörünün geri kalanı gibi, sonuçla yüzleşmesi bekleniyor. Nitekim 2009 yılı için bütün dünyayı sarması beklenen durgunluğun kâr paylarını da yerle bir edeceğinden kimsenin kuşkusu yok.

AKP'nin polisi iş başında!

image

AKP'nin tahammülsüzlüğü, ağırlığı giderek artan polis teşkilatına yansıdı. Her tür eylem ve etkinliğe saldırmaya başlayan polis, AKP kalesini yere yatırdığı kişilerin kafasına silah dayayarak savunmaya başladı.

soL (HABER MERKEZİ) Bir süredir gündemde olan Emniyet'in Başbakanlık'a doğrudan bağlanması tartışmaları, son yapılan MGK toplantısında kesinlik kazanırken, polisin tutumunu gelişmelere uygun olarak "düzenlemesi" dikkat çekiyor.

AKP karşıtı eylem yapan göstericileri gözaltına alan,bunu yaparken "orantısız güç" kullanan, AKP'yi eleştiren pankart asan siyasi parti binalarını "basan" polis, AKP'ye itiraz içeren tüm siyasi faaliyetlere karşı giderek tırmanan bir tahammülsüzlük içinde.

Polisin yeni rolü: Muhalefetin "işini bitirmek"

Polisin benimsediği rolü gözler önüne seren son iki örnek, dün İstanbul ve Samsun'da yaşandı. Taksim'de AKP karşıtı miting duyurusu yapmak ve pankart açmak isteyen Öğrenci Kollektifleri'nden bir grup, polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Pankart açan öğrencilere saldıran ve yere yatırıp kafalarına silah doğrultan polis, sekiz öğrenciyi gözaltına aldı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de katılacağı Samsun Ondokuzmayıs Üniversitesi'nin 2008- 2009 Yeni Akademik Yılı'nın saat 14.00'teki açılış töreninden iki saat önce, AKP'nin ve Gül'ün üniversitelere yönelik gerici ve piyasacı müdahalelerini protesto etmek için törenin yapılacağı Kurupelit Kampusü'ndeki Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'ne yürümek isteyen TKP, ÖDP ve Öğrenci Kollektifleri'nden öğrencilere polis müdahale etti ve 41 öğrenciyi gözaltına aldı.

23 Ekim günü Mersin'de, AKP karşıtı  "Aklamıyoruz Haklıyoruz" kampanyasının standını açan Halkevleri üyelerine saldıran polis, dört kişiyi gözaltına aldı. Aynı gün saldırıyı protesto için taş bina önünde açıklama yapmak isteyen, Halkevleri, ÖDP, TKP, SES, 78'liler Derneği, Genç-Sen, Partizan, Sosyalist Barikat, Alınteri, DHP temsilcilerinden oluşan 50 kişilik grup da polisin saldırısına uğradı. Basın açıklamasını okuyan Halkevi yöneticisi Ezgi Aslan, yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Mersin Emniyeti'nin bir süre önce, Mersin Halkevi hakkında "AKP karşıtı odak olma" gerekçesiyle kapatma davası açılmasına ön ayak olması, dikkat çeken bir diğer nokta.

12 Ekim'de "Aklamıyoruz Haklıyoruz" kampanyası çerçevesinde Mecidiyeköy Perpa'da bulunan AKP il binası önüne yürümek isteyen Halkevciler, polis saldırısıyla karşılaştı. Okmeydanı, Gültepe ve Sarıyer Halkevleri'nin ortak düzenlediği eylemde, yürümeleri engellenen göstericilerden 34'ü polisin sert müdahalesiyle gözaltına alındı.

11 Ekim günü Eşkişehir'de gazete satan ve bildiri dağıtıan Yurtsever Cephe ve TKP üyelerine polis müdahale etti. Önce bir çembere alınan Yurtsever Cephe ve TKP üyeleri, ilginç bir şekilde Ülkü Ocakları önünde uzunca bir süre bekletildi. Müdahalenin biçimi ve seçilen yerin Ülkü Ocakları önü olması, polisin provokasyon ortamı yaratmaya çalışması olarak yorumlandı. Ardından sivil polisler eşliğinde olay yerine getirilen zabıtalarla birlikte parti üyelerine teker teker ceza yazılmak istendi.

8 Ekim'de, Türkiye Komünist Partisi Trabzon İl Komitesi üyesi Cem Oytun Vardal, Giresun Otogarı'nda, hakkında bir ihbar olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. TKP Trabzon İl Komitesi, Vardal'ın dayanağı ve içeriği belli olmayan bir ihbar iddiasıyla göz altına alındığını, bu ülkede AKP karşıtı siyasi çalışma yürütmenin suç unsuru haline getirilmek istendiğini dile getirdi. 

22 Eylül'de, ÖDP Keçiören İlçe Başkanlığı'na, Deniz Feneri yolsuzluğunu protesto eden "Deniz Feneri Dişli Çıktı. Durmadan Çalanlardan Hesap Soracağız" yazılı pankart asılmasının ardından, aynı gece çok sayıda resmi ve sivil polis, ÖDP Keçiören ilçe binasını ablukaya alarak pankartı indirmeye çalıştı. Parti avukatının pankartın yasal olduğunu ve ilçe binasına ve önüne pankart asmalarında yasal hiçbir engel bulunmadığını söylemesine karşın, görevli polisler, "çevrede rahatsızlık yarattığını ve indirilmesi için kesin talimat aldıklarını" söyleyerek pankartı indirdiler, izinsiz pankart asmak nedeniyle partiye 125 YTL ceza kestiler. ÖDP, mahkemeye başvurarak "parti binalarına pankart asmak izne tabi değildir" gerekçesiyle cezaya itiraz etti.

Hepsi bu değil ama....

Polisin AKP'nin "vurucu timi" rolüne büründüğü örnekler kuşkusuz bunlarla sınırlı değil. Ama son bir aya odaklanan bir inceleme, polisin nasıl muhalefetin "olağan siyasi faaliyetleri"ni saldırı ve gözaltı konusu haline getirdiğini, şiddetin dozunu nasıl tırmandırdığını gösteriyor.

"Küçük beyinli" de olduk!

                          

image

Her şeyi “babalar gibi satan” AKP’liler, sattırmayanları “vatan haini” ve “küçük beyinli” ilan etti.

soL (HABER MERKEZİ) Ülke kaynaklarını “babalar gibi” satmakla övünen AKP’liler, kamuya ait ne varsa satışa çıkardığı gibi, buna engel olmaya çalışanlara da saldırmaya başladı. 

Küçük beyinliler sattırmıyor

AKP Kocaeli İl Başkanı Zeki Aygün, geçtiğimiz gün satışı yapılan Belsa Plaza’nın satılmasına karşı çıkanların “küçük beyinli” olduklarını söyledi. “Küçük beyinlerle, küçük olsun benim olsun mantığıyla iş yapmak doğru değildir” diyen Aygün, “ülkenin önünü açmaya çalışanlarla statükocular arasında fikir çatışması yaşanıyor. Belsa Plaza’nın satışı kentimize fayda getirecektir. Alanlar da, binayı alıp bir yere gitmeyecekler. Kentimize heyecan gelecek. Perşembe Pazarı alanında yapılması planlanan 41 katlı otel, ülkede değişim ve gelişimin öncüleri ile statükocuların büyük bir sürtüşme yaşamasına neden oluyor. Statükocular mahkemeye veriyor; ama mahkemeden henüz net bir karar çıkmadı” dedi.

Sattırmayan vatan haini

Daha önce benzer bir açıklamayı Sivas Belediye Başkan Yardımcısı Zeki Sarılar da yapmıştı. Sarılar, Sivas Belediyesi Şehirlerarası Terminal arazisinin satışına, açtıkları davayla engel olan kişileri “vatan haini” olmakla suçlamış, “bu memlekete ihanet edenleri, tarih bir gün yargılayacak” demişti.

“Babalar gibi satarım” diyen Kemal Unakıtan’ın, “ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyen Tayyip Erdoğan’ın ardından, kamu malını sattıkları için kendilerini “ilerici”, “vatansever” ilan eden AKP’liler, ülkenin satışı konusunda hangi noktaya geldiklerini de göstermiş oldular.

Tehlikeli tırmanış

image

Abdullah Öcalan'a fiziksel saldırı yapıldığı iddiasıyla başlayan olaylar giderek tırmanıyor.

soL (HABER MERKEZİ) Abdullah Öcalan'a fiziki şiddet uygulandığı iddiasıyla başlayan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır ziyaretinde tırmanan olaylar, sürüyor. Doğu illerinde eylemcilerle polis arasında çatışmalar yaşanırken, düzenlenen mitinglere ve cenaze törenlerine binlerce kişi katılıyor. İstanbul'da araçlar yakılıp imha edilirken, işyerlerine saldırılar da yoğunlaşıyor. Seçilen hedefler, özellikle AKP'ye yakın olan firmalar oluyor.


"Öcalan'a saldırı Erdoğan ve Başbuğ'un emri"

DTP Kars İl Başkanı Veli Mükyen, düzenlediği basın toplantısında, İmralı'da Öcalan'a fiziksel saldırının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un talimatlarıyla yapıldığı iddia etti.


"AKP ve CHP kol kola kaosa götürüyor"

Doğubeyazıt'ta yaşanan olaylarla ilgili olarak DTP eşbaşkanları Ahmet Türk ve Emine Ayna tarafından yapılan basın açıklamasında, "CHP ve AKP, kol kola girerek, ülkeyi kaosa sürüklemektedir" denildi. Olayın sorumlusu olan güvenlik görevlilerinin soruşturulması istenen açıklamada, AKP hükümetinin toplumsal barışı tehdit eden uygulamalarından vazgeçmesi gerektiği belirtildi.

Gösterilere polisin müdahalesini, 1 Mayıs gösterilerine yönelik sertlikle kıyaslayan CHP lideri Deniz Baykal'ın, daha sert önlemler alınması gerektiği uyarısına değinilerek, "Baykal'ı tatmin için daha kaç kişi ölmeli, kaç kişi yaralanmalı" denilen açıklamada, polis devleti yaratılmak istendiği ifade edildi.


Dokunulmazlıkları kalkabilir

Diyarbakır'da bir grup DTP'li milletvekili ve Belediye Başkanı'yla basın açıklaması yapan DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ve üç gün önce Batman DTP İlçe Başkanlığı açılışında konuşan Emine Ayna hakkında inceleme başlatıldı. Konuşmalarda suç unsuruna rastlanıldığı takdirde, Türk ve Ayna'nın dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezleke hazırlanacak.


Doğubeyazıt

Doğubeyazıt'ta Abdullah Öcalan'a fiziksel saldırıyı protesto etmek için  20 Ekim'de düzenlenen yürüyüşte çıkan olaylarda vurulan çoban Ahmet Özkan'ın cenazesinde, polis ve cenazeye katılanlar arasında yine gerginlik yaşandı. DTP Van Milletvekili Fatma Kurtalan ve DTP Doğubeyazıt Belediye Başkanı Mukaddes Kubilay'ın da katıldığı törende "AKP vekilleri, Kürt halkının katilleri", "Şehidimizi unutmayacağız" yazılı dövizler taşındı. Cenaze toprağa verildikten sonra polis taş yağmuruna tutulurken, FEM dershanelerine ve CHP ilçe başkanlığına da saldırıldı. Polis sokaklara barikatlar kurdu, göstericilere karşı biber gazı kullandı. Polis panzerinin çarpması sonucu, Ramazan Aktaş adlı bir kişi ağır yaralandı.  Olayların akşam saatlerinde yatışmasına rağmen, Doğubeyazıt'ta esnaf kepenklerini açmıyor.


Şanlıurfa

Viranşehir'de üç gündür devam eden gösteriler geç saatlere kadar sürdü. Kürtçe ve Türkçe sloganlarla yürüyen grup, polise sapan taşları ve molotoflarla saldırırken, polis göz yaşartıcı bomba ve basınçlı su kullandı. Ara sokaklarda devam eden çatışmalarda yaralanan ve gözaltına alınan olmadığı bildirildi.

Adana

Adana'da BİM marketi taşlandı, molotof kokteyli atıldı. Hürriyet mahallesinde 19.45'te gerçekleşen olayda, markette yangın çıktı. Yangına müdahale etmeye gelen itfaiye aracı da saldırıya uğradı. Dağlıoğlu mahallesinde de bir grup PKK lehine gösteri yaptı. Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Şura-Der'in camları kırıldı.


Şırnak

Şırnak'ta çıkan çatışmalar kentin tüm mahallelerine yayılırken, çevik kuvvet ve özel harekat polislerine asker ve koruculardan da yardım geldiği belirtildi. Gazetecilerin çekim yapmasına izin verilmezken, kentin çarşı merkezi giriş çıkışlara kapatıldı. Çıkan olaylarda 2'si polis 7 kişi yaralandı. Müdahale sırasında DTP Parti Meclisi üyesi Erdal Güler ve il yöneticisi Abdurrahman Gerez'in de aralarında bulunduğu yaklaşık 50 kişi gözaltına alındı.

Şırnak'ın İdil ilçesindeki çatışmalarda yaklaşık 30 kişi gözaltına alındı. Çok sayıda yaralı olduğu, şiddetli çatışmaların devam ettiği belirtiliyor.


Diyarbakır

Diyarbakır'da Başbakan'ın ziyaretiyle tırmanan olaylar sonrası 61 kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Erdoğan'ın DTP'li belediyelerle ilgili olarak "çöp toplamıyorlar" demesi üzerine, polisler, Büyükşehir Belediyesi, Kayapınar, Sur, Yenişehir ve Bağlar belediyelerine giderek konuyla ilgili tutanak tuttu.


Hakkari

Hakkari ve Şemdinli'de esnaf kepenk kapatmaya devam ederken, DTP'li yöneticiler esnafa teşekkür edip, kepenklerini açma çağrısı yaptılar.

Emniyet'te yapılan mini zirve sonrası, gelen istihbaratlar neticesinde, Diyarbakır Ağrı, Hakkâri, Batman, Van ve Bitlis gibi illerde eylemler yapılacağının belirlendiği, bu nedenle Çevik Kuvvet'ten 4 bin polisin bölgeye gönderilmesine karar verildiği açıklandı.


Batman

Batman'da 5 bin kişilik protesto yürüyüş yapıldı. Lojmanlarda bulunan asker ve polislere ait 6 otomobil, molotof kokteylleriyle yakıldı.


Van

Van'ın Özalp ilçesinde Abdullah Öcalan'a uygulanan şiddet, yürüyüşle protesto edildi. Yürüyüşte bir konuşma yapan DTP milletvekili Üçer, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye'nin en büyük sorununun Kürt sorunu olduğunu belirtti.


Mersin

İmralı'daki kötü muamele, dün gece Tarsus, Toroslar, Akdeniz 1 ve Akdeniz 2 ilçelerinde protesto edildi. Polis le göstericiler arasındaki çatışmalar geç saatlere kadar sürdü.


Mardin

Mardin Kızıltepe'de yolu trafiğe kapatan göstericilere polis müdahale etti. Postaneye atılan molotof kokteylinin maddi hasara yol açtığı bildirildi. Viranşehir'de çıkan çatışmalarda 3 kişi çeşitli yerlerinden yaralandı.


İstanbul

İstanbul Ümraniye'de kamyon ve minibüslere molotof kokteyli atıldı. Bir İETT otobüsü kullanılamaz hale geldi. PTT şubesi ve BİM marketinin camları kırıldı. Atılan motolof kokteylleri bir polis hafif şekilde yaralanmasına yol açtı.

Yenibosna'da park halindeki iki araç yakıldı. Gaziosmanpaşa'da ise hareket halindeki bir araca molotof kokteyli atıldı.

İstanbul Kadıköy'de daha önce de park halindeki araçlar yakılmış, 30 araç zarar görmüştü. Aynı sırada Tuzla'da da AKP otobüsü kundaklanmıştı.


Gebze

Gebze Kapalı Cezaevi'nde erkek mahkumların PKK'lı kadın mahkumlara bıçak ve sopalarla saldırdığı, dokuz tutuklunun yaralandığı bildirildi.

 

Tuzla'da işçiler için merkez

image

Yurtsever Cephe İşçi Birliği Tuzla'da, tersane işçileri için bir sosyal merkez açtı.

soL (HABER MERKEZİ) Yurtsever Cephe İşçi Birliği, Tuzla’da bir işçi sosyal merkezi açtı. Açılışta ilk önce Tuzla Yurtsever Cephe sözcüsü Erkan Kılıç konuştu ve artık Tuzla işçisinin bir sosyal merkeze sahip olduğunu, yaşadıkları iş kazaları ve diğer sorunlara karşı burada çözüm üretebileceklerini anlattı. Tabelanın asılmasından sonra açılış Tuzla İşçi Sosyal Merkezi’nin etkinlik salonunda devam etti.

Açılışta Yurtsever Cephe İşçi Birliği adına konuşan Zehra Güner, işçi sınıfının gözlerinin popüler TV dizileriyle bulandırıldığını, yapılan haber programlarının bile birer magazin programına dönüştürüldüğünü söyledi. Sosyal Merkez’in işçilerin aydınlanması, birliği ve örgütlenmesi açısından önemli bir adım olduğundan bahseden Güner, bu merkezin yaşanan iş kazalarına karşı hukuki ve temel düzeyde sağlık sorunlarına da çözüm arayacağına değindi. Güner son olarak “iş sağlığı ve güvenliği” kavramına değinerek, bu kavramın işçinin yaşamını önemsizleştirdiğini, doğrusunun “işçi güvenliği ve sağlığı” olması gerektiğini vurgulayarak kürsüden ayrıldı.

Güner'in ardından sahneye Beyoğlu Kumpanya grubu çıktı. Kumpanya, Tuzla’da gerçekleşen iş cinayetlerini, iktidarın ve patronların işçilere karşı tavırlarını sergileyen oyunlarını, müzik eşliğinde sahneye koydu. 
 
Etkinlikte Tuzla tersane işçileri de söz alarak, tersanelerdeki çalışma koşullarını, taşeronda çalışmanın zorluklarını ve ayrıca örgütsüz çalışmadan kaynaklı ne tür sıkıntılarla karşılaştıklarını, her an olan iş kazalarına karşı örgütsüz oldukları için gerekli tepkiyi veremediklerini ve işverenin bütün dayatmalarına boyun eğmek zorunda kaldıklarını söylediler. 

Etkinlik müzik dinletisiyle son buldu

 

Ankara AKP'ye dur dedi

image

Siyasi partiler, sendikalar ve meslek örgütlerinin katılımıyla Ankara'da “AKP'ye dur de” mitingi gerçekleştirildi. Mitingde, AKP'yi durduracak tek gücün emekçilerin örgütlülüğü olduğu vurgulandı. Miting sonrasında katılımcılar Kızılay'a dönmek üzere yürüyüşe geçerken, AKP il binasına yürüyüş yapılacağı “korkusuyla” çok sayıda polis sevk edildi.

soL (Ankara) TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu ve KESK Ankara Şubeler Platformu tarafından çağrısı yapılan "Yoksulluk, yolsuzluk, zamlar ve hak kayıplarına karşı AKP'ye dur de" mitingi bugün Ankara'da gerçekleştirildi.

Miting alanı olan Kolej kavşağına yürümek üzere saat 12.00'de Sıhhiye Toros Sokak'ta buluştu. Yürüyüşte TMMOB, KESK'e bağlı Eğitim Sen, Haber-Sen, SES, BES, Tüm Bel-Sen, Yapı Yol-Sen, Kültür Sanat-Sen ve Tarım Orkam-Sen; Türk-İş'e bağlı Genel-İş, Petrol-İş ve TÜMTİS; Ankara Tabip Odası, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, 68'liler Dayanışma Derneği, ÖV-DER, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, Kaldıraç, Alınteri, CHP, DSP, DTP, EMEP, HKP, ÖDP, SDP, SHP ve TKP ile Yurtsever Cephe İşçi Birliği ve Yurtsever Cephe Öğrenci Birliği yer aldı.

Kortejde, Sincan Organize Sanayi Bölgesi'ndeki ilk grevi gerçekleştiren ve yaklaşık 9 aydır direnen Tega Mühendislik işçileri ile, geçtiğimiz hafta başarılı bir boykot ve iş bırakma süreci sonucu işten atılma ve hak kayıplarını engelleyen Ankara Üniversitesi yemekhane işçilerinin de yer alması dikkat çekti.

Yürüyüş sırasında, "AKP halka hesap verecek", "İşgalci ABD, işbirlikçi AKP", "Yaşasın iş, ekmek, özgürlük mücadelemiz" sloganları atıldı. Kortejin Kolej Kavşağı'na ulaşmasıyla miting başladı. Eşitlik ve özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına yapılan saygı duruşunun ardından mitingin çağırıcı kuruluşları adına kürsüden birer konuşma yapıldı. 

"Ülkeyi uçurumun eşiğine getiren" AKP ile hesaplaşılacak 
İlk konuşmayı yapan KESK Ankara Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Hasan Karakaya, AKP'nin iktidar olduğu dönem boyunca sürekli "büyüme"den bahsettiğini, ancak bu büyümenin toplumun refahına yansımadığını, emekçilerin yoksullaştığını ve alım güçlerinin gerilediğini dile getirdi. Karakaya, AKP'nin ülkeyi hızla ekonomik, siyasal ve toplumsal uçurumun eşiğine sürüklediğini vurguladı.

DİSK Ankara Bölge Temsilcisi Kani Beko konuşmasında "AKP sadece laiklik karşıtı eylemlerin değil, yolsuzluğun, yoksullaştırmanın ve hak kayıplarının da odağı olmuştur'' ifadelerini kullandı. Beko, AKP'nin demokrasi anlayışının "türbana özgürlük" ile sınırlı olduğunu, 12 Eylül'ün aşılmasını sağlayacak düzenlemelerden ise kaçınıldığını ifade etti. Borsa, bankacılık, otomotiv gibi sektörlerin tamamen yabancı sermayenin eline geçtiğini belirten Beko, ''Türkiye, adeta bir bahis alanına dönüşmüştür, cari açık nedeniyle de uluslararası güçlerin rehinesi konumundadır'' dedi. Beko, adaletsiz düzenden çıkar sağlayan AKP'nin krize çözüm getiremeyeceğinin altını çizdi. 

Beko'nun ardından konuşan TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Ramazan Pektaş ise, "Hükümetin pervasızlığı ülkeyi siyasi ve ekonomik anlamda bir uçuruma sürüklerken, onlar kamu mallarını yağmalamaya, yandaşlarının yolsuzluklarını örtbas etmeye, kentleri talan etmeye, becerikli tüccar kılığında ülkemizin bugününü ve geleceğini satmaya, tarikata endeksli kadrolar oluşturmaya devam etmişlerdir" dedi. Konuşmaların ardından eylem, AKP amblemli balonların patlatılması ve Hükümet'in uygulamalarına karşı kırmızı kart gösterilmesi ile sürdü. Daha sonra sahne alan Grup Konuk'un türküleri eşliğinde halaylar çekildi. Mitingin bitmesinin ardından alandaki katılımcılar Kızılay'a doğru sloganlarla yürüyüşe geçtiler.

Yıldız: Başbakan vatandaşlık başvurusunda elini çabuk tutsun 

TKP ve Yurtsever Cephe üyeleri, "AKP'yi istemiyoruz", "Tayyip Amerika'ya Fethullah'ın yanına", "Gerici, hırsız, işbirlikçi AKP" sloganları eşliğinde TKP binası önüne geldi. Burada, TKP Ankara il yöneticilerinden Erkan Yıldız bir konuşma yaptı. Yıldız, AKP'nin gitgide saldırganlaştığı ve işkence, katliam gibi faşizan uygulamalara başvurduğu bir dönemde gerçekleştirilen mitingin emekçilerin çaresiz olmadığını gösterdiğini belirtirken, yurtseverlerin örgütlü güçlerini her gün daha da büyütmek görevi ile karşı karşıya olduklarını dile getirdi. "Sermaye düzeni tarafından davet edildiğimiz bu kavgaya gireceğiz" diyen Yıldız, Başbakan'a da bir çağrı yaptı. Fethullah Gülen'in ABD vatandaşlığına başvurduğunu ve kabul edildiğini hatırlatarak Erdoğan'a da aynı yolu izlemesini öneren Yıldız, "İşçi sınıfı ayağa kalktığında o da Vahdettin gibi ülkeden kaçmak isteyecektir, ancak o zaman onu bekleyen bir ABD gemisi bulamayabilir. O nedenle Başbakan'a elini çabuk tutmasını öneriyoruz" dedi.

 

"AKP'ye karşı sol seçenek üretmeliyiz"

imageUras, solun AKP karşısındaki birlikteliğinin önemine dikkat çekti.

Adana'da katıldığı bir konferansta konuşan Uras, "Adaylar, eğer solun tek adayı olarak ifade edilirse seçimler kazanılır. Eğer böyle yapılmazsa matematiksel olarak seçimleri kazanmanın imkanı yok" dedi.

soL (HABER MERKEZİ) ÖDP Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, Adana'da katıldığı "Yerel seçimler ve Sol" başlıklı konferansta solun seçimlere ortak adaylarla girmesinin önemine dikkat çekti.

AKP'ye karşı güçlü bir seçenek oluşturulmasının zorunluluğunu anlatan Uras, "Savaşa karşı barıştan, ırkçılığa karşı halkların kardeşliğinden yana, gerçek bir birlikten yana, ortak bir mücadele hattını önerebiliriz" dedi. Solun yeni bir sınavla karşı karşıya olduğuna dikkat çeken Uras, "AKP'ye karşı bir seçenek yaratılması isteniyor. Elimizi taşın altına koyalım. Emek ve demokrasi mücadelesiyle başarısız olamayız. Yerel seçimleri hedef almalıyız. Ayrılıklardan çok ortak noktalarımızın öne çıkarılması lazım. Hayatın bizden ibaret olmadığını görerek güçlü bir birliktelik yaratılmalı" dedi.

''Uzun zamandır solun değişik renklerini, toplumsal taleplerin hayata geçirilmesi amacıyla bir gök kuşağı politikasında buluşturmaktan yana olan bizler, yeni bir sınavla karşı karşıyayız. Türkiye'nin her yerinde solun ortak adayının belirlenmesinden yanayız. Biz, üretenlerin ve emekçilerin yönettiği bir Türkiye ve yerel yönetim anlayışından yanayız. Eğer solun tek adayı olarak ifade edilirse seçimler kazanılır. Eğer böyle yapılmazsa matematiksel olarak seçimleri kazanmanın imkanı yok" diyen Uras,  bu nedenle tüm adayların solun ortak adayları olarak çıkarılması gerektiğini söyledi.

 

Selçuk'tan Ergenekon savcısına dava

imageİlhan Selçuk'un gözaltına alınma şekli eleştirilmişti.

İlhan Selçuk, Ergenekon iddianamesini hazırlayan savcılar hakkında kişilik haklarına saldırıda bulundukları gerekçesiyle dava açtı.

soL (HABER MERKEZİ) Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk, dava ile ilgili olmayan bazı bilgi ve belgelere iddianamede yer verildiği gerekçesiyle, İddianameyi hazırlayan savcılar Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın hakkında dava açtı.

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan davada, Selçuk'un avukatları, soruşturmayı yürüten savcılar Öz, Pekgüzel ve Taşkın'ın, Selçuk'a yönelik bazı saptama ve bilgilere davayla ilgisi olmadığı halde yasaya aykırı olarak iddianamede yer verdiklerini ve Selçuk'u karalama, küçük düşürme amacıyla kullandıklarını iddia ettiler. Selçuk'un davalı savcılardan para olarak herhangi bir tazminat isteğinde bulunmak yerine kararın gazetelerde ilanen yayımlanmasına hükmedilmesini talep ettiği öğrenildi.

Dava dilekçesinde, savcıların, duygularının iddianameye yansıtıldığı belirtilerek yasada öngörüldüğü şekilde davranılmadığı, keyfi işlemler yapıldığı, davayla ve suçlamayla ilgisiz anlatım ve bilgilerin yayımlanmasına bilerek neden oldukları iddia edildi. İddianamede yer alan "sübjektif" yargılara dikkat çekilirken savcıların tavrının, "Selçuk'u kamuoyun önünde zor durumda bırakma, özel yaşamı deşifre etme ve kendisini karalama amaçlı olduğu" iddia edildi. Dilekçede, üç savcının neden olduğu hak ihlallerinin tespitine karar verilmesi istendi.

 

ODTÜ'lüler "DEVRİM günceldir" dedi

 

image

Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin devrimci geçmişinin en bilinen simgesi olan stadyumdaki "DEVRİM" yazısı bugün öğle saatlerinde ODTÜ'lü öğrenciler tarafından yeniden boyandı.

soL (Ankara) Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencileri yeni mücadele dönemini tarihsel bir etkinlikle açtılar. Türkiye devrimci gençliğinin mücadele tarihinin en bilinen simgelerinden biri olan ve kuşaklar boyu okulun yeni öğrencilerini karşılayan "DEVRİM" yazısı bugünün ODTÜ'lüleri tarafından tazelendi.

Bugün saat 12.30 sularında Hazırlık Binası önünde toplanan öğrenciler, kortejlerini oluşturarak, coşkulu sloganlarla yürüyüşe geçtiler. Rektörlüğün yanında bulunan ve 13 Şubat 1977'de başlayarak 9 ay süren üniversite işgalini simgeleyen 9 direk anıtı önünde devrim şehitleri için saygı duruşunda bulunuldu. Öğrenci korteji yurtlar bölgesini de dolaştıktan sonra "DEVRİM" yazısını tazelemek üzere stadyumdan içeri girdi. İlk fırçayı vuran ODTÜ mezunu ve 70'lerin öğrenci hareketinin önde gelenlerinden Mete Ertekin, Halil Çelimli, Tuncay Çelen, İsmet Hüsrevoğlu, Necmiye Hüsrevoğlu ve Mehmet Engür, bunu devrim mücadelesinde hayatlarını yitiren arkadaşlarına adadılar. Ardından, gruplar haline gelerek yazıyı boyayan ODTÜ öğrencileri "DEVRİM" yazısını yenilediler.

ODTÜ stadyumuna dev harflerle işlenmiş "DEVRİM" yazısı 1968 yılında ODTÜ öğrencisi dört kişi, Hüseyin İnan, Taylan Özgür, Alpaslan Özdoğan ve Mustafa Yalçıner tarafından bir gecede yazılmış, o tarihten itibaren çeşitli aralıklarla yenilenen yazı karşı devrimcilerin girişimlerine rağmen silinmeyerek yaşayan devrim mücadelesinin bir simgesi haline gelmişti.

 
 
Marx’ın Hakkı AYDEMİR GÜLER

Konu dışı bir notla başlıyorum. Bir keresinde daha kısa süre öncesine kadar Cumhuriyet’te yazan bir gazeteci hakkında, tam da eski çalışma arkadaşları yaka paça toplanırken, kalkıp “Ergenekon’un sonuna kadar gitmesi”nden dem vurmanın etik olmadığını söylemiştim. Türkiye solunda, artık Merdan Yanardağ da içeri alınmışken “sonuna kadar” saçmalığını tekrarlayanın sadece siyasi aklından değil ahlakından da kuşku duyulur!

Ergenekon kontrgerillayı konu alan bir hukuk süreci değil, ABD-Gülen-AKP üçgeninin siyasi ve ideolojik bir operasyonudur dedik durduk. Bu tezin bir kez daha kanıtlanmasına vesile olan Merdan’a geçmiş olsun…

Konumuz ise kitapları çok sattığı ve krizi ne kadar da iyi öngördüğü konusunda yaygın “geyiklere” malzeme olan Marx’la ilgili. Her elini attığı şeyi inanılmaz bir hızla çürüten düzenin şimdi Marx’a uzanmasından keyif ve tatmin duymak yersiz olur.

Endişelenip kaçalım demiyorum. Tam tersine. Marx’ın haklı çıktığını düşünen burjuvalar mı var etrafta? Öyle yarım yamalak hak vermek olmaz, diyeceğiz. Marx’ın yalnızca kapitalizmin kriz mekanizmalarını iyi analiz ettiği için ve ölümünden bunca zaman sonra öngörüleri hâlâ tutuyor diye yâd edilmesi yetmez. Marx’ın analiz ve öngörüsünü benzersiz kılan sisteminin başka boyutları da vardır ve “hakkımız” teslim edilecekse, o boyutlara da sıra gelecektir.

Zaten Marx’ın öğrencileri, hocalarının, holding profları, borsa uzmanları ve medya şarlatanları tarafından doğrulanmasına gerek bırakmamış bulunuyorlar. Dünyada da bizde de, Marksistler yıllardır “bu balon patlar” diyorlardı. Geriye dönük basit bir gözden geçirme, Marksizmin krizin zamanlamasına varana kadar haklı çıktığını gösteriyor. Her boydan burjuva yorumcu ise şaka kabilinden fikir kırıntılarıyla oynamaya devam ediyor. Bir kurtarma paketi açılınca yarım günlüğüne bayram eden borsalar kadar aklı var burjuva “bilimi”nin!

Ama daha fazlası nasıl olsun ki? Neredeyse 40 yıldır liberalizmi, sınırsız piyasacılığı baş tacı eden, ekonominin ve toplumun planlanamayacağından kamu sektörünün verimsizliğine, “her şeyi devletten beklememek” türü atasözü icatlarına kadar saçmaladıkça saçmalayan bir sınıfın düşünürlerinde akıl mı kalır! Doların yükselişine “dalgalı kur” diyebilen bir başbakana, bütün dış pazarlar daralırken “devalüasyonun ihracatı destekleyeceğini” anlatan yetkililere şaşmamak gerek!

İşin özeti liberal ezber büyük bir kayaya toslamış bulunuyor. Herkesin egemen bir ulusal devlet sandığı İzlanda’nın sadece bir finans kuruluşu olduğu görüldükten sonra, piyasa entegrasyonu temelli ve küreselleşme soslu uluslararası işbölümü safsatasını tekrar etmek mümkün görünmüyor. 1990’ların başında “verimsiz merkezi planlama”dan kurtuluşunu kutlayan eski sosyalist ülkelerin iflasa doğru gittikleri bir dünyada, piyasacılık gemisi su almadan yüzebilir mi? Bu tarihsel çuvallamadan sonra burjuva ideolojisinin bir şey olmamış gibi yola devam etmesi mümkün olmayacaktır.

“Bizim” bu denli haklı olduğumuz ve burjuva dünyasının bu ölçüde şapa oturduğu koşullarda Kapital’in “çok satması” yetmez.

Çünkü Marx’a göre sermaye ile yığın yığın para arasında çok temel bir fark vardır. Sermaye dediğiniz şey, bir toplumsal ilişki biçimidir. Toplumsal ilişki olarak sermayenin, doğasından ayrılamayacak davranış kalıpları vardır. Sermaye düzeni herhangi bir hata, eksiklik, cahillik, kaza nedeniyle değil, tam da ve yalnızca “sermaye düzeni” olduğu için kriz üretir. Geri dönmeyecek kredileri verdikçe veren banka ve finans sektörü salak değil, kapitalist olduğu için öyle davranmıştır. Kapitalizm bir tarihsel salaklıktır, o başka…

Kapitalizm krizini atlatır, ama her defasında bir yenisine yelken açmak üzere… Buradan çıkan sonuç son derece yalındır. Açlık, işsizlik, yoksulluk, gericilik ve savaş nedeni olan krizlere karşı kesin önlem, sermaye düzenine son vermektir.

Üretim araçlarının özel mülkiyeti yerine toplumsal mülkiyet. Özel mülkiyetin piyasa anarşisi yerine toplumsal mülkiyetin merkezi planlaması.

Marx’a öyle kuru kuru, bir köşesinden hak vermek olmaz. Madem başladık, hakkımızın tamamını alacağız!

Bunun bir inatlaşma konusu olduğu sanılmasın. Ayrıca hakkımızı kitap üstünde veya masa başında alacağımızı da kimse düşünmesin. Toplumsal mülkiyet ve merkezi planlama demek, burjuvazi yerine işçi sınıfı demektir. Yok sayılan işçi sınıfı, öldü denen sol, burjuva ideolojisinin dağıldığı kriz konjonktüründe alanını genişletmek için hamle yapmayacak da, ne zaman yapacak?

Sosyalizm ve işçi sınıfı itibarını geri kazanmalıdır. Marx’ın hakkı budur.
 
Bugün 22 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol