<B>Devrimci Siteler</B>
   
 
  Çalık'ın İstediği Avrupa Yakası

 

Çalık'ın İstediği Avrupa Yakası KAAN ARSLANOĞLU

Toplumdaki haksızlıklara gözleri kapalı bir komedi nitelikli sayılabilir mi? Baktığınız açıya göre değişir. Gıdıklayıcı mizah, şu kötücül dünyadan bunalmış insanlara iyi gelebilir, neden olmasın. Düşük eleştirel düzeyine karşın ilk yıllarında seviyorduk Avrupa Yakası’nı. Seri üretim baskısıyla kalitesi giderek düştü. İş, uzun süredir Burhan Altıntop’un yapışkan cıvıklığıyla götürülüyordu. Hal keşke böyle kalsaydı. Kazanç hırsı, piyasaya ve tepedekilere yaranma güdüsü sanatta tarafsızlık bırakır mı hiç! Nitekim önceki dönemki türban sempatizanı bölümleri kanaldaki patron değişiminin ürünü gibiydi. Geçen hafta telefon dinlemelere gösterdiği hoşgörüyle de dizi sululuktan dikta yandaşlığına sıçradı. 
    
Konuşmalarımız dinleniyor, internet iletişimimiz izleniyor. İnsanları derdest edip dostlarıyla şakalaşmalarını bile soruyorlar gece yarıları. Hukuksuz sağlanmış istihbarat bilgileri kanıt diye cümle aleme ilan ediliyor. Avrupa Yakası bunu gülmece malzemesi seçmiş. Dizideki karakterlerimizin telefonları dinleniyor. Sonunda bir bölümü topluca gözaltına alınıyor. Yine de yakınmıyorlar durumdan. Bu sadece bir yanlışlıkmış! Burhan’ın kimliğini kullanan bir dolandırıcının konuşmalarını dinliyormuş polis. Son derece haklı gerekçelerle izleniyorlarmış.   

Psikolojide bu tepkiye “Kurbanı Suçlama” tavrı denilir. Diyelim birisi öldürüldü. Kurbanı tanıyan, tanımayan çok kişi şöyle düşünür: Muhakkak bir yerde yanlış yapmıştı. Bazı kirli işlere girmişti ya da bulunmaması gereken mekanlarda bulunuyordu... Çünkü hatasız biri kurban seçilmişse eğer, aynı şey kendi başına da gelebilir. Masum bir kurban düşüncesini o yüzden aklından kovar kişi.  

Toplumda otoriteye itaati yaygınlaştıran başka ruhsal düzenekler de mevcut. Üçünden bahsedebilirim: 1- Hatalı düzgü (norm) belirleme: Örneğin Türkiye’de 12 Eylül darbesi gibi bir askeri darbe tehdidi görürsünüz. Ona karşı durayım derken iktidarın yaptığı tüm baskıları görmezden gelirsiniz. 2- Kendini haklı çıkarma: Bazı tatsızlıklar yaşanıyor, örneğin telefonlar dinleniyor, ama demokrasiyi korumak için yapılıyor bunlar. Öyle olmasa ben de karşı çıkarım, dersiniz. 3- Hafife alma: Telefonlar dinleniyorsa kime ne zararı olacak ki. Suç işliyorsan korkarsın, yoksa pek de kötü bir şey sayılmaz. (*)

Amerikalılar, Avrupalılar gibi yaşamak istiyoruz. Siyasetimiz oradaki gibi işleyecek, filmlerimiz ona uygun yazılacak. Madem heveslisiniz Avrupa yakasına, batılının biraz da iyi yönlerini alsanıza. Batılılar komedilerinde iktidarlarını bayağı hırpalayabiliyorlar. Rakiplerinin telefonlarını dinletti diye koskoca Başkan’larını istifaya zorlayabiliyorlar. Nixon’ı anımsayın.    

Espri bulmak için zorlanmayın, kendinizi anlatın. Başbakan’ın damadına göre nasıl komedi üretiyorsanız, onu oynayın. Yeterince güldürecektir.          

(*) Sternberg, Cognitive Psychology 
 
 
Marx’ın Hakkı AYDEMİR GÜLER

Konu dışı bir notla başlıyorum. Bir keresinde daha kısa süre öncesine kadar Cumhuriyet’te yazan bir gazeteci hakkında, tam da eski çalışma arkadaşları yaka paça toplanırken, kalkıp “Ergenekon’un sonuna kadar gitmesi”nden dem vurmanın etik olmadığını söylemiştim. Türkiye solunda, artık Merdan Yanardağ da içeri alınmışken “sonuna kadar” saçmalığını tekrarlayanın sadece siyasi aklından değil ahlakından da kuşku duyulur!

Ergenekon kontrgerillayı konu alan bir hukuk süreci değil, ABD-Gülen-AKP üçgeninin siyasi ve ideolojik bir operasyonudur dedik durduk. Bu tezin bir kez daha kanıtlanmasına vesile olan Merdan’a geçmiş olsun…

Konumuz ise kitapları çok sattığı ve krizi ne kadar da iyi öngördüğü konusunda yaygın “geyiklere” malzeme olan Marx’la ilgili. Her elini attığı şeyi inanılmaz bir hızla çürüten düzenin şimdi Marx’a uzanmasından keyif ve tatmin duymak yersiz olur.

Endişelenip kaçalım demiyorum. Tam tersine. Marx’ın haklı çıktığını düşünen burjuvalar mı var etrafta? Öyle yarım yamalak hak vermek olmaz, diyeceğiz. Marx’ın yalnızca kapitalizmin kriz mekanizmalarını iyi analiz ettiği için ve ölümünden bunca zaman sonra öngörüleri hâlâ tutuyor diye yâd edilmesi yetmez. Marx’ın analiz ve öngörüsünü benzersiz kılan sisteminin başka boyutları da vardır ve “hakkımız” teslim edilecekse, o boyutlara da sıra gelecektir.

Zaten Marx’ın öğrencileri, hocalarının, holding profları, borsa uzmanları ve medya şarlatanları tarafından doğrulanmasına gerek bırakmamış bulunuyorlar. Dünyada da bizde de, Marksistler yıllardır “bu balon patlar” diyorlardı. Geriye dönük basit bir gözden geçirme, Marksizmin krizin zamanlamasına varana kadar haklı çıktığını gösteriyor. Her boydan burjuva yorumcu ise şaka kabilinden fikir kırıntılarıyla oynamaya devam ediyor. Bir kurtarma paketi açılınca yarım günlüğüne bayram eden borsalar kadar aklı var burjuva “bilimi”nin!

Ama daha fazlası nasıl olsun ki? Neredeyse 40 yıldır liberalizmi, sınırsız piyasacılığı baş tacı eden, ekonominin ve toplumun planlanamayacağından kamu sektörünün verimsizliğine, “her şeyi devletten beklememek” türü atasözü icatlarına kadar saçmaladıkça saçmalayan bir sınıfın düşünürlerinde akıl mı kalır! Doların yükselişine “dalgalı kur” diyebilen bir başbakana, bütün dış pazarlar daralırken “devalüasyonun ihracatı destekleyeceğini” anlatan yetkililere şaşmamak gerek!

İşin özeti liberal ezber büyük bir kayaya toslamış bulunuyor. Herkesin egemen bir ulusal devlet sandığı İzlanda’nın sadece bir finans kuruluşu olduğu görüldükten sonra, piyasa entegrasyonu temelli ve küreselleşme soslu uluslararası işbölümü safsatasını tekrar etmek mümkün görünmüyor. 1990’ların başında “verimsiz merkezi planlama”dan kurtuluşunu kutlayan eski sosyalist ülkelerin iflasa doğru gittikleri bir dünyada, piyasacılık gemisi su almadan yüzebilir mi? Bu tarihsel çuvallamadan sonra burjuva ideolojisinin bir şey olmamış gibi yola devam etmesi mümkün olmayacaktır.

“Bizim” bu denli haklı olduğumuz ve burjuva dünyasının bu ölçüde şapa oturduğu koşullarda Kapital’in “çok satması” yetmez.

Çünkü Marx’a göre sermaye ile yığın yığın para arasında çok temel bir fark vardır. Sermaye dediğiniz şey, bir toplumsal ilişki biçimidir. Toplumsal ilişki olarak sermayenin, doğasından ayrılamayacak davranış kalıpları vardır. Sermaye düzeni herhangi bir hata, eksiklik, cahillik, kaza nedeniyle değil, tam da ve yalnızca “sermaye düzeni” olduğu için kriz üretir. Geri dönmeyecek kredileri verdikçe veren banka ve finans sektörü salak değil, kapitalist olduğu için öyle davranmıştır. Kapitalizm bir tarihsel salaklıktır, o başka…

Kapitalizm krizini atlatır, ama her defasında bir yenisine yelken açmak üzere… Buradan çıkan sonuç son derece yalındır. Açlık, işsizlik, yoksulluk, gericilik ve savaş nedeni olan krizlere karşı kesin önlem, sermaye düzenine son vermektir.

Üretim araçlarının özel mülkiyeti yerine toplumsal mülkiyet. Özel mülkiyetin piyasa anarşisi yerine toplumsal mülkiyetin merkezi planlaması.

Marx’a öyle kuru kuru, bir köşesinden hak vermek olmaz. Madem başladık, hakkımızın tamamını alacağız!

Bunun bir inatlaşma konusu olduğu sanılmasın. Ayrıca hakkımızı kitap üstünde veya masa başında alacağımızı da kimse düşünmesin. Toplumsal mülkiyet ve merkezi planlama demek, burjuvazi yerine işçi sınıfı demektir. Yok sayılan işçi sınıfı, öldü denen sol, burjuva ideolojisinin dağıldığı kriz konjonktüründe alanını genişletmek için hamle yapmayacak da, ne zaman yapacak?

Sosyalizm ve işçi sınıfı itibarını geri kazanmalıdır. Marx’ın hakkı budur.
 
Bugün 7 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol