<B>Devrimci Siteler</B>
   
 
  Kılıçdar Kemali Olsa, Tıngır Mıngır Beyin Hükmünü, Bu Şekilde Bozamaz

Kılıçdar Kemali Olsa, Tıngır Mıngır Beyin Hükmünü, Bu Şekilde Bozamaz İLKER BELEK

Kabul etmek gerekir ki, CHP uzun yıllardan sonra ilk kez halk sınıflarının ilgisini çeken ve sorunlarına temas eden bir siyasal içeriği yakalamayı becerdi. AKP’nin üzerine yolsuzluklar üzerinden gitmeye başladı. Üstelik bu konu 2002 yılında AKP’yi iktidara taşımıştı. Bu açılımda Kılıçdaroğlu’nun temiz katkısı çok açık.

Yine kabul etmeli ki, bu tür somut siyasal açıkların değerlendirilmesi, piyasa düzeninin iç yüzünün ortaya çıkarılması açısından sol bir işlev de görebilir. Ancak iki noktayı akılda tutmak koşuluyla:

Bunlardan birincisi, yolsuzluk sorununun, Türkiye’deki bütün siyasal aktörlere bulaşmış olmasıdır. Bu bakımdan en steril lider Ecevit’ti. O’nun siyasal sonu da kimi bankaların içinin boşaltılması ve borçlarının da devletçe emekçilerin üzerine yıkılması sürecinde gerçekleşti.

Üstelik yolsuzluk yalnızca Türkiye ile de sınırlı değildir. ABD’de pek çok şirketin CEO’sunun, şirketlerin mali durumlarıyla ilgili gerçekleri ortaklarından bile saklamış oldukları, şirketlerin batmasıyla birlikte ortaya çıkmıştı.

Şunu söylemeye çalışıyorum: Bu kadar yaygınlaşmış, sıradanlaşmış bir sorun, artık, kanıksanmış ve günümüz gerçekliğinin bir parçası olarak da kabul edilmiş demektir. Hele hele Türkiye’de “nasıl olsa herkes yapıyor” havası zaten vardır. Daha da kötüsü, “hiç olmazsa ben de nasipleneyim” ahlaksızlığının neredeyse sosyal bir norm halini almış olmasıdır.

O nedenle, salt yolsuzlukların üzerine giderek yol almayı beklemek boşuna olur. Üstelik burada, CHP’nin tutumu, eleştiriyi fazlasıyla kişilere odaklamak yönündedir. Sonuçta, Dişli istifa etmiş ve AKP de “her nasılsa” kendisine bulaşmış bu kiri temizlemenin havasını basma fırsatını bulmuştur.

İkinci nokta da yapılması gerekenle ilişkilidir. Yolsuzluk mücadelesi, düzenle mücadele çerçevesinde ele alınabilirse, ancak o zaman, bütün yolsuzlara karşı ortak bir cephe açılmış olur ve başarılabilirse de halk sınıflarının kabullenmiş-rıza gösteren bilincinde (“baron” / “müfteri” sarkacının dışına taşan) bir sarsılma gerçekleştirilebilir.

Altını çizmeye çalıştığım tavır, Proudhon’un “mülkiyet hırsızlıktır” lafında ifadesini bulur. Kısaca, esas yolsuzluk emek sömürüsüdür ve kapitalizmin bizzat kendisi vurguncudur. Emeğin hakkını gasp etmekten büyük bir yolsuzluk olabilir mi ? Kapitalist sınıfın karı denilen zenginlik, doğrudan emekçinin karşılığı ödenmemiş alın teridir.

Kılıçdaroğlu’nun, “düello”da kapitalizmi, piyasa fırsatçılığını-karmaşasını eleştirilerinden muaf tutmuş olması kendi siyasal ekolünün en zayıf, rakibinin ise en güçlü olduğu noktadır. O nedenle, Fırat, yöneltilen eleştirileri, 16 kuşaktan beri Mir olduğu gerekçesiyle karşılamış, köylülerinin sırtından kazandığı feodal unvanlarını, hayali ihracat yapmış olamayacağının güvencesi olarak sunabilmiştir.

Oysa gerçek tam tersidir. Beyler, burjuvalar bu işlerin has erbabıdır. Kayseri’de, Adana’da azınlık topraklarına el koyarak gelişen Türkiye burjuvazisinin genetiğinde vurgunculuk vardır. Esas vurgun girişimcilikte, ihracatçılıkta iken, ihracatın hayalisini gerçekleştirmek vurgunun yalnızca kaymaklısıdır.

Emek sömürüsündeki vurgunu görmemek vurgunu gizlemektir. Olayın kaymağıyla ilgilenmeyi esasıyla mücadele etmek olarak sunmak ise doğrudan vurguna ortak olmak anlamına gelir.

Bu bir siyasal vurgun girişimidir. Aynen AKP’nin 2002’de yaptığı gibi. Sonuçta bir vurguncu gider, diğeri gelir. Halkımız da bunu gayet iyi bildiği gibi, duruma bakar, yıldızı parlatılana yaklaşır. Vurgun düzeniyle mücadele için, iktisadi sömürüyü eksene alan bir siyasal tarz gerekir.

 
 
Marx’ın Hakkı AYDEMİR GÜLER

Konu dışı bir notla başlıyorum. Bir keresinde daha kısa süre öncesine kadar Cumhuriyet’te yazan bir gazeteci hakkında, tam da eski çalışma arkadaşları yaka paça toplanırken, kalkıp “Ergenekon’un sonuna kadar gitmesi”nden dem vurmanın etik olmadığını söylemiştim. Türkiye solunda, artık Merdan Yanardağ da içeri alınmışken “sonuna kadar” saçmalığını tekrarlayanın sadece siyasi aklından değil ahlakından da kuşku duyulur!

Ergenekon kontrgerillayı konu alan bir hukuk süreci değil, ABD-Gülen-AKP üçgeninin siyasi ve ideolojik bir operasyonudur dedik durduk. Bu tezin bir kez daha kanıtlanmasına vesile olan Merdan’a geçmiş olsun…

Konumuz ise kitapları çok sattığı ve krizi ne kadar da iyi öngördüğü konusunda yaygın “geyiklere” malzeme olan Marx’la ilgili. Her elini attığı şeyi inanılmaz bir hızla çürüten düzenin şimdi Marx’a uzanmasından keyif ve tatmin duymak yersiz olur.

Endişelenip kaçalım demiyorum. Tam tersine. Marx’ın haklı çıktığını düşünen burjuvalar mı var etrafta? Öyle yarım yamalak hak vermek olmaz, diyeceğiz. Marx’ın yalnızca kapitalizmin kriz mekanizmalarını iyi analiz ettiği için ve ölümünden bunca zaman sonra öngörüleri hâlâ tutuyor diye yâd edilmesi yetmez. Marx’ın analiz ve öngörüsünü benzersiz kılan sisteminin başka boyutları da vardır ve “hakkımız” teslim edilecekse, o boyutlara da sıra gelecektir.

Zaten Marx’ın öğrencileri, hocalarının, holding profları, borsa uzmanları ve medya şarlatanları tarafından doğrulanmasına gerek bırakmamış bulunuyorlar. Dünyada da bizde de, Marksistler yıllardır “bu balon patlar” diyorlardı. Geriye dönük basit bir gözden geçirme, Marksizmin krizin zamanlamasına varana kadar haklı çıktığını gösteriyor. Her boydan burjuva yorumcu ise şaka kabilinden fikir kırıntılarıyla oynamaya devam ediyor. Bir kurtarma paketi açılınca yarım günlüğüne bayram eden borsalar kadar aklı var burjuva “bilimi”nin!

Ama daha fazlası nasıl olsun ki? Neredeyse 40 yıldır liberalizmi, sınırsız piyasacılığı baş tacı eden, ekonominin ve toplumun planlanamayacağından kamu sektörünün verimsizliğine, “her şeyi devletten beklememek” türü atasözü icatlarına kadar saçmaladıkça saçmalayan bir sınıfın düşünürlerinde akıl mı kalır! Doların yükselişine “dalgalı kur” diyebilen bir başbakana, bütün dış pazarlar daralırken “devalüasyonun ihracatı destekleyeceğini” anlatan yetkililere şaşmamak gerek!

İşin özeti liberal ezber büyük bir kayaya toslamış bulunuyor. Herkesin egemen bir ulusal devlet sandığı İzlanda’nın sadece bir finans kuruluşu olduğu görüldükten sonra, piyasa entegrasyonu temelli ve küreselleşme soslu uluslararası işbölümü safsatasını tekrar etmek mümkün görünmüyor. 1990’ların başında “verimsiz merkezi planlama”dan kurtuluşunu kutlayan eski sosyalist ülkelerin iflasa doğru gittikleri bir dünyada, piyasacılık gemisi su almadan yüzebilir mi? Bu tarihsel çuvallamadan sonra burjuva ideolojisinin bir şey olmamış gibi yola devam etmesi mümkün olmayacaktır.

“Bizim” bu denli haklı olduğumuz ve burjuva dünyasının bu ölçüde şapa oturduğu koşullarda Kapital’in “çok satması” yetmez.

Çünkü Marx’a göre sermaye ile yığın yığın para arasında çok temel bir fark vardır. Sermaye dediğiniz şey, bir toplumsal ilişki biçimidir. Toplumsal ilişki olarak sermayenin, doğasından ayrılamayacak davranış kalıpları vardır. Sermaye düzeni herhangi bir hata, eksiklik, cahillik, kaza nedeniyle değil, tam da ve yalnızca “sermaye düzeni” olduğu için kriz üretir. Geri dönmeyecek kredileri verdikçe veren banka ve finans sektörü salak değil, kapitalist olduğu için öyle davranmıştır. Kapitalizm bir tarihsel salaklıktır, o başka…

Kapitalizm krizini atlatır, ama her defasında bir yenisine yelken açmak üzere… Buradan çıkan sonuç son derece yalındır. Açlık, işsizlik, yoksulluk, gericilik ve savaş nedeni olan krizlere karşı kesin önlem, sermaye düzenine son vermektir.

Üretim araçlarının özel mülkiyeti yerine toplumsal mülkiyet. Özel mülkiyetin piyasa anarşisi yerine toplumsal mülkiyetin merkezi planlaması.

Marx’a öyle kuru kuru, bir köşesinden hak vermek olmaz. Madem başladık, hakkımızın tamamını alacağız!

Bunun bir inatlaşma konusu olduğu sanılmasın. Ayrıca hakkımızı kitap üstünde veya masa başında alacağımızı da kimse düşünmesin. Toplumsal mülkiyet ve merkezi planlama demek, burjuvazi yerine işçi sınıfı demektir. Yok sayılan işçi sınıfı, öldü denen sol, burjuva ideolojisinin dağıldığı kriz konjonktüründe alanını genişletmek için hamle yapmayacak da, ne zaman yapacak?

Sosyalizm ve işçi sınıfı itibarını geri kazanmalıdır. Marx’ın hakkı budur.
 
Bugün 4 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol