<B>Devrimci Siteler</B>
   
 
  Bilimi Kapsamayan ‘İnanç Özgürlüğü’ Safsatası

 

Bilimi Kapsamayan ‘İnanç Özgürlüğü’ Safsatası NİHAT BEHRAM

‘İnanç özgürlüğü’ dendiği zaman toplumda anlaşılan şey: ‘değişik dinsel inançların serbestliği’ dir. ‘İnanç özgürlüğünün sınırlı olduğunu’ söyleyip, sınırların genişletilmesi için mücadele edenler de yine aynı terane çerçevesinde bir ‘özgürlük mücadelesi’ vermektedirler. Yani, ‘devletin her dinsel bağlılığa eşit mesafede olması’ gibi...

Bakıyorsunuz TV lerde bu konuda açık oturumlar, tartışma toplantıları düzenleniyor, konuşmacıların tamamı değişik dinler ve bu dinler kaynaklı tarikatlara bağlı kişiler. İtiraz olursa da ‘şu din yada bu tarikat neden yok’ biçiminde oluyor!

Öyle ya, diğer konularda da benzeri şablon uygulanmıyor mu? Masaya sıralanmış beyler, sözgelimi ekonomiyi, toplumsal  sorunları, hatta ve hatta sınıflar mücadelesini falan tartışıyor, fakat komünistsiz! Toplantının anonslarına baksan: ‘her görüş kendini özgürce savunacak’! Mumları ‘yatsıya ayarlı’ koca koca profesörler, anlı şanlı uzmanlar masanın çevresinde! Dostlar ‘yalan, kandırmaca, safsata alışverişi’nde görsün! Bu da ‘düşüncede serbest piyasacılık’ olsa gerek!

Komünistin görüşleriyle temsil edilmediği bir sınıflar mücadelesi toplantısından, ateistin temsil edilmediği bir ‘inanç özgürlüğü’ toplantısının ne farkı var? Sahtekarlık, yalan, safsata, dostlar fikir alışverişinde görsüncülük birbirinin aynısı değil mi?

Din üstüne tartışılıyor, oturumda dinsiz yok! Benim olmadığım yerde beni lanetlemek mi ‘özgürlük kıstası’ oluyor? Başlığı yeniden yazıyorum: Beni kapsamayan inanç özgürlüğü safsatadır!

Bu kumaşı neresinden tutacağız? Neresinden tutsak, her yanından çürük, lime lime elde kalıyor! Bu konuya neresinden başlasak, her söz ağzımızda küfre gebe!

Güçler arasında uzlaşma temelinde ‘toplumsal özgürlük’ taraftarlığı (yada yalakalığı) olan, şu fransızca adıyla eski ‘liberallik’in önüne yunanca kökünden ‘yeni’ anlamlı ‘neo’ yu yerleştirip, ortalıkta  ‘yeni özgürlükcüler’ olarak salınan beyler, ‘inanç özgürlüğü’ derken, söz gelimi benim özgürlüğüm, yani bir ateistin, bilime inanan birinin özgülüğü konusunda ne düşünüyorlar? Beyinle bilim arasına gerilen türban adlı kara zarın  ‘özgürlüğü’ konusunda nefes tüketmekten bir hal oldular! Bunu sağır sultan duydu da, türban kadar ateizme de özgürlük savunuyorlar mı, şahsen ben edilmiş bir sözlerini duymadım. Yönettikleri TV programları var. Gazetelerde köşeleri, kürsüleri var. Bu konuda edilmiş sözleri var mı?

Papa, kendinden önceki papaları asla eleştirmez. Nasıl eleştirsin, onlar da ‘tanrının sesi’ydi ve tanrı adına konuşmuşlardı. Hatta ‘cadı’ oldukları gerekçesiyle kırmızı saçlı kadınları tanrı adına toplatıp yaktırmışlardı. Bilimde ateşin bir tarihi olur da dinde olmaz mı?

Dedim ya, bu konuya neresinden bakacaksın? Neresinden baksan zift, zifir, şaklabanlık, sahtekârlık akıyor!

‘Sosyal Demokrat’ olduğunu, ‘laikizmi savunduğunu’ söyleyen bir partinin yöneticileri, ‘Biz de dindarız, bizim dindarlıkla sorunumuz yok, dincilikle sorunumuz var!’ söylem yarışı içindeler. Başkanları cami avlusunda, hem de torunlarıyla durduğu namaz sonrasında, basına konuşuyor!

Senin dindarla sorunun olmayabilir kardeşim, bir siyasetci olarak böyle konuştuğun için benim seninle sorunum var! Benim adıma konuşma! ‘Laik’ olduğunu söyleyene bak! Dini temcit pilavı gibi her öğün halkın, insanların önüne sürenle mücadele edene bak! O da aynı afyonu başka bir ambalajla oy sofrasına sürüyor. Buyrun, burdan alın!

Bir kere, kendini ‘laikizm taraftarı politikacı’ olarak niteliyorsan, o tanıma lâyık olacaksın! Bir tavır adına konuşurken haddini bileceksin. Ne ‘dindarlık’ söylemiyle ‘oy avcılığı’na çıkacaksın, ne de körpe beyinli gencecik çocuklarla cami avlusunda turlayacaksın! Üstelik, o alanda şansın yok, o alan senin ringin değil. O ringde, o ringin şeytanca hünerleriyle hareket eden canavarları karşısında ayakta bile duramazsın!

Bak, F tipi’nin duvarlarından kan sızıyor; çiftçinin dövünmekten dizleri mosmor; fabrikaların köle ambarlarından farkı yok; ırkçılık kardeş kavgasında çıralanmış...Gerçek demokratlık oralarda dolaşmaktır; hasmını o ringde dövüşe çağır! Cami avlusunda yaptığın olsa olsa oy dilenciliğidir... Yaptığın şey, ne dincilikle mücadele ne de halkın hakkını sorma kavgasıdır..

Bu işi neresinden düzeltsek? Her yanı hurda! Çöplük malı, paslı, köhne!

Konuşma yaptığım bir toplantıda, kürsüden indiğimde, ‘Dinleyiciler arasında türbanlılar da vardı, keşke biraz dikkatli ve inanca saygılı konuşsaydın!’ diye uyardılar! Gerçi öyle olduğunu bilsem, ‘Beni anlaman için o kara örtüyü beyninin çevresine sarma!’ diye düşüncelerimi daha dikkatle vurgulardım da, asıl şaşkınlığım, uyarıyı yapanın devrimci bir arkadaşım olmasıydı. Beni, kitaplarımdaki din karşıtı bölümler nedeniyle ‘iyi niyetle’ eleştirenler de çok oldu. Anlamam mümkün değil: sağcı bir politik görüşe eğilimli birinin inancını yıkmada sakınca görülmez de, bilim dışı din inancına, softalığa karşı ‘saygıdan’ söz edilir. Kimse kusura bakmasın, bunu anlayamam ve ‘anlıyorum’ demeyi de aptallık sayarım!  Marksistlik, ‘marksistim’ demekle olmuyor. Aziz Nesin, ‘ateist olduğunu’ açıkladığında, dinci yobazlık kadar soldan da linçe maruz kalmadı mı? Asıl şaşırtıcı olan bu.

Bilim düşmanlığının sızmadığı alan, yayılmak için uygulamadığı yöntem yok.‘Uygar din hocaları’ çıktı! Parti kuranı var, kanal kanal dolaşanı var! Ötesi: ‘müslümanlık dostu koministler’ bile türedi!  En görünür vitrinlere ‘sol’dan transferleri yerleştirdiklerine göre, bu işten en memnun olanlar da dinciler zaten. Darwin tartışılır hale geldi; dinin dua ve tapınma simgesi olduğunu söylemek ‘komünistim’ demekten tehlikeli oldu; özgürlük kavramı ‘kapanma’ sıfatıyla sunuluyor, ‘kapanma özgürlüğü’nün solcu sağcı örgütlü savunucuları var; imam hükümdar, faşizmin elinde din kırbacı, emperyalist talanda ‘din kapanları’ tuzakların en makbulü; zorbanın elinde din silahı.... Turan Dursun’u katledilmiş toplumun geldiği yer işte!

Aydın olduğunu söyleyen insanın, insanlık karşısında bilim temelli çaba içinde olma borcu var. Borç en çok bilimsel düşücenin saflarındaki devrimcilerin borcudur. Ödemek, kadroları din dahil her tür bilim düşmanlığına karşı eğitmeyi, bilimsel düşünceyle donatmayı gerektirir.

Sadece düzenin imam okullarından bile her yıl onbinlerce genç beyinleri bilim düşmanlığıyla afyonlanmış olarak yetişiyor. Medyada, kurumlarda dinci yada (dinciliğin kibar telaffuzuyla) dindarlık anlayışı egemen. Bilim, dinci faşizmin tacizi değil tehtidi altında. Öyle ki, düşüncelerimizi, bir makale sınırında ve  yine de sınırlayarak yazabilmiş olmayı bile şans sayar haldeyiz! Bilim adamı güvencesiz; tanrı hakkındaki düşüncesini saklamak zorunda...

‘İnanç özgürlüğü’ymüş! Ne dediniz, anlamadım? 
                                                                                                Nihat Behram / Ekim 08
 
 
Marx’ın Hakkı AYDEMİR GÜLER

Konu dışı bir notla başlıyorum. Bir keresinde daha kısa süre öncesine kadar Cumhuriyet’te yazan bir gazeteci hakkında, tam da eski çalışma arkadaşları yaka paça toplanırken, kalkıp “Ergenekon’un sonuna kadar gitmesi”nden dem vurmanın etik olmadığını söylemiştim. Türkiye solunda, artık Merdan Yanardağ da içeri alınmışken “sonuna kadar” saçmalığını tekrarlayanın sadece siyasi aklından değil ahlakından da kuşku duyulur!

Ergenekon kontrgerillayı konu alan bir hukuk süreci değil, ABD-Gülen-AKP üçgeninin siyasi ve ideolojik bir operasyonudur dedik durduk. Bu tezin bir kez daha kanıtlanmasına vesile olan Merdan’a geçmiş olsun…

Konumuz ise kitapları çok sattığı ve krizi ne kadar da iyi öngördüğü konusunda yaygın “geyiklere” malzeme olan Marx’la ilgili. Her elini attığı şeyi inanılmaz bir hızla çürüten düzenin şimdi Marx’a uzanmasından keyif ve tatmin duymak yersiz olur.

Endişelenip kaçalım demiyorum. Tam tersine. Marx’ın haklı çıktığını düşünen burjuvalar mı var etrafta? Öyle yarım yamalak hak vermek olmaz, diyeceğiz. Marx’ın yalnızca kapitalizmin kriz mekanizmalarını iyi analiz ettiği için ve ölümünden bunca zaman sonra öngörüleri hâlâ tutuyor diye yâd edilmesi yetmez. Marx’ın analiz ve öngörüsünü benzersiz kılan sisteminin başka boyutları da vardır ve “hakkımız” teslim edilecekse, o boyutlara da sıra gelecektir.

Zaten Marx’ın öğrencileri, hocalarının, holding profları, borsa uzmanları ve medya şarlatanları tarafından doğrulanmasına gerek bırakmamış bulunuyorlar. Dünyada da bizde de, Marksistler yıllardır “bu balon patlar” diyorlardı. Geriye dönük basit bir gözden geçirme, Marksizmin krizin zamanlamasına varana kadar haklı çıktığını gösteriyor. Her boydan burjuva yorumcu ise şaka kabilinden fikir kırıntılarıyla oynamaya devam ediyor. Bir kurtarma paketi açılınca yarım günlüğüne bayram eden borsalar kadar aklı var burjuva “bilimi”nin!

Ama daha fazlası nasıl olsun ki? Neredeyse 40 yıldır liberalizmi, sınırsız piyasacılığı baş tacı eden, ekonominin ve toplumun planlanamayacağından kamu sektörünün verimsizliğine, “her şeyi devletten beklememek” türü atasözü icatlarına kadar saçmaladıkça saçmalayan bir sınıfın düşünürlerinde akıl mı kalır! Doların yükselişine “dalgalı kur” diyebilen bir başbakana, bütün dış pazarlar daralırken “devalüasyonun ihracatı destekleyeceğini” anlatan yetkililere şaşmamak gerek!

İşin özeti liberal ezber büyük bir kayaya toslamış bulunuyor. Herkesin egemen bir ulusal devlet sandığı İzlanda’nın sadece bir finans kuruluşu olduğu görüldükten sonra, piyasa entegrasyonu temelli ve küreselleşme soslu uluslararası işbölümü safsatasını tekrar etmek mümkün görünmüyor. 1990’ların başında “verimsiz merkezi planlama”dan kurtuluşunu kutlayan eski sosyalist ülkelerin iflasa doğru gittikleri bir dünyada, piyasacılık gemisi su almadan yüzebilir mi? Bu tarihsel çuvallamadan sonra burjuva ideolojisinin bir şey olmamış gibi yola devam etmesi mümkün olmayacaktır.

“Bizim” bu denli haklı olduğumuz ve burjuva dünyasının bu ölçüde şapa oturduğu koşullarda Kapital’in “çok satması” yetmez.

Çünkü Marx’a göre sermaye ile yığın yığın para arasında çok temel bir fark vardır. Sermaye dediğiniz şey, bir toplumsal ilişki biçimidir. Toplumsal ilişki olarak sermayenin, doğasından ayrılamayacak davranış kalıpları vardır. Sermaye düzeni herhangi bir hata, eksiklik, cahillik, kaza nedeniyle değil, tam da ve yalnızca “sermaye düzeni” olduğu için kriz üretir. Geri dönmeyecek kredileri verdikçe veren banka ve finans sektörü salak değil, kapitalist olduğu için öyle davranmıştır. Kapitalizm bir tarihsel salaklıktır, o başka…

Kapitalizm krizini atlatır, ama her defasında bir yenisine yelken açmak üzere… Buradan çıkan sonuç son derece yalındır. Açlık, işsizlik, yoksulluk, gericilik ve savaş nedeni olan krizlere karşı kesin önlem, sermaye düzenine son vermektir.

Üretim araçlarının özel mülkiyeti yerine toplumsal mülkiyet. Özel mülkiyetin piyasa anarşisi yerine toplumsal mülkiyetin merkezi planlaması.

Marx’a öyle kuru kuru, bir köşesinden hak vermek olmaz. Madem başladık, hakkımızın tamamını alacağız!

Bunun bir inatlaşma konusu olduğu sanılmasın. Ayrıca hakkımızı kitap üstünde veya masa başında alacağımızı da kimse düşünmesin. Toplumsal mülkiyet ve merkezi planlama demek, burjuvazi yerine işçi sınıfı demektir. Yok sayılan işçi sınıfı, öldü denen sol, burjuva ideolojisinin dağıldığı kriz konjonktüründe alanını genişletmek için hamle yapmayacak da, ne zaman yapacak?

Sosyalizm ve işçi sınıfı itibarını geri kazanmalıdır. Marx’ın hakkı budur.
 
Bugün 15 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol