<B>Devrimci Siteler</B>
   
 
  Yabancı Bankalar, Özel Dış Borçlar

 

Yabancı Bankalar, Özel Dış Borçlar KORKUT BORATAV

IMF’nin Nisan 2008 tarihli “Dünya Ekonomik Görünümü” başlıklı raporunda (ss. 86-87) şu görüşler yer alıyordu: 

Bölgenin büyümesini ön planda banka kredilerinden oluşan büyük boyutlu sermaye girişleri destekledi; ancak, bu girişlerin daralması büyümeyi köstekleyebilecektir. 2007 ortalarında Batı Avrupa bankalarının bölgedeki varlıkları 1 trilyon dolar civarındadır. Bu bankaların açtığı esnek faizli döviz kredileri hızla arttı ve özel sermaye girişlerinin büyük   bölümü bunlardan oluştu. Yabancı sermaye mülkiyetinin en yüksek orana ulaştığı ülkeler, en çok borçlanan ülkelerdir. Daha çok yerel mevduatla beslenen yabancı bankalar, genel merkezlerinde  güçlüklerle karşılaştıkları takdirde, bölge ekonomilerini de kırılganlığa sürükleyebilirler. Üstelik, yabancı krediler  daha çok döviz geliri olmayan sektörlerin finansmanında kullanılmıştır.

Sözü edilen bölge, Doğu ve Orta Avrupa’dır. Bu  bölümde Türkiye’ye açık referans verilmemekle birlikte, IMF Türkiye’yi de bu bölge içinde kabul eder. Söylenenler de bizim defalarca, çeşitli vesilelerle ileri sürdüğümüz eleştiri ve saptamaları (daha yumuşak bir üslupla) destekliyor. Vurguluyorduk ki, bankacılık sistemini adım adım yabancılara devrederseniz, bir  finansal kriz ortamında bunları denetlemeniz güçleşir.  IMF de, Batıdaki bir finansal krizde sarsıntıya uğrayacak yabancı bankaların,   faaliyet gösterdikleri ülkelerde topladıkları mevduatı genel merkezlerine aktarabileceklerini ve istikrarsızlık yaratabileceklerini ima ediyor.

Gerçekten de, bu uyarı yapıldıktan beş ay sonra Batı Avrupa’da beş banka daha battı; sonra da devletleştirme veya başka yöntemlerle kurtarıldı: Dexia, HREH, Bradford & Bingley, Glitnir ve Fortis… Ve Türkiye’deki yabancı bankalar içinde Fortis’i izleyerek iflâs sırasına giren herhangi bir bankanın olup olmadığı bilinmiyor. Ve biraz da böyle günler için kurulduğu  düşünülen BDDK’nın Türkiye’deki yabancı bankaların bu kargaşa ortamı içindeki işlemlerini  gözetim altına alıp almadığı da bilinmiyor.

***

Türkiye ekonomisinin ana kırılganlık öğelerinin başında özel sektörün dış borçlanması olduğunu çeşitli defalar vurguladık. IMF de yabancı bankaların bu sürece katkılarına işaret ediyor ve döviz geliri olmayan şirketlerin kur riskine dikkat çekiyor.
 
Özel Sektörün Dış Borçları, Milyar dolar
                                             2007 Aralık                   2008 Mart              2008 Temmuz
Uzun Vadeli                                120,5                           132,0                        143,7
***Bankalar                                 30,5                            2,3                           33,2
***Diğer                                     90,0                            99,7                         110,5
Kısa Vadeli                                   39,5                            42,5                          53,7
***Bankalar                                 16,8                            17,7                          24,4
***Diğer                                      22,7                            24,8                          29,3
Toplam                                       160,0                           174,5                         197,4
Rezervler                                      73,3                             76,5                          75,8
K.Vade/Rezerv,%                            53,9                             55,6                         70,8


Finansal kriz adım adım çevre ekonomilerine yaklaşırken, özel sektörün dış borçlarıyla ilgili güncel bulguları da mercek altına alalım. 2007 sonu ve 2008’in Mart ve Temmuzuna ait özel sektör dış borçlarının dökümü tabloda sunuluyor.

AKP’li dönem içinde (Aralık 2002-2007) özel sektör dış borcunun yıllık ortalama   artış hızının yüzde 28,5 olduğunu öncelikle vurgulayalım. Bu yılın yedi ayı içinde de bu borç stoku yüzde 23,4 yükselerek 200 milyar dolar eşiğine ulaşmıştır. (Toplam dış borç ise elimizdeki son veriye göre  Mart 2008’de 265 milyar dolardır.)

Lâfı dolandırmayalım: Özel sektörün aşırı hızla borçlanmasının ardında, aşırı yükselen kredi faizlerinden kaçma çabası yatar. Parasalcı saplantıların, ucuzlayan dövizin ve dış borçlanmayı kolaylaştıran liberal uygulamaların bu sonucu vermesi kaçınılmazdı.

Yabancı bankalar bu süreci hızlandırdılar. Yolun sınu göründü. Daralan uluslar arası kredi koşulları ve kendi dertlerine odaklanan yabancı bankalar yeni borçlanmaları frenleyecek; vadesi gelen kredilerin anaparası istenerek ve başka yöntemlerle dışarıya kaynak aktarılacak. Yükselen döviz kurları bir dizi şirketi bunalıma sürükleyebilecek.

Bereket ki, kısa vadeli dış borçlar toplamın yüzde 25-30’u arasında seyrediyor. Bu nedenle, Türkiye için kaçınılmaz görünen olumsuz konjonktür, bir “yumuşak iniş” senaryosuyla sonuçlanabilir; yeter ki, bir başka dinamit fünyesi olan sıcak para stokundan ani çıkışlar gerçekleşmesin…

Bir borç krizi gündeme geldiğinde, kısa vadeli krediler ancak rezervlerden ödenebilir. Bu tür borçların rezervlere oranı bu nedenle önem taşır. Bu oranın da hızla yükseldiği, Temmuzda yüzde 71’e ulaşarak tehlike işaretleri vermeye başladığı gözleniyor.

Dış borçların düzeyi, oranı, yapısı… Uluslararası finansal kargaşa ortamına çok yüksek cari açıklarla girmek… İşte Türkiye ekonomisinin 2008’deki iki kritik kırılganlık öğesi…

 
 
Marx’ın Hakkı AYDEMİR GÜLER

Konu dışı bir notla başlıyorum. Bir keresinde daha kısa süre öncesine kadar Cumhuriyet’te yazan bir gazeteci hakkında, tam da eski çalışma arkadaşları yaka paça toplanırken, kalkıp “Ergenekon’un sonuna kadar gitmesi”nden dem vurmanın etik olmadığını söylemiştim. Türkiye solunda, artık Merdan Yanardağ da içeri alınmışken “sonuna kadar” saçmalığını tekrarlayanın sadece siyasi aklından değil ahlakından da kuşku duyulur!

Ergenekon kontrgerillayı konu alan bir hukuk süreci değil, ABD-Gülen-AKP üçgeninin siyasi ve ideolojik bir operasyonudur dedik durduk. Bu tezin bir kez daha kanıtlanmasına vesile olan Merdan’a geçmiş olsun…

Konumuz ise kitapları çok sattığı ve krizi ne kadar da iyi öngördüğü konusunda yaygın “geyiklere” malzeme olan Marx’la ilgili. Her elini attığı şeyi inanılmaz bir hızla çürüten düzenin şimdi Marx’a uzanmasından keyif ve tatmin duymak yersiz olur.

Endişelenip kaçalım demiyorum. Tam tersine. Marx’ın haklı çıktığını düşünen burjuvalar mı var etrafta? Öyle yarım yamalak hak vermek olmaz, diyeceğiz. Marx’ın yalnızca kapitalizmin kriz mekanizmalarını iyi analiz ettiği için ve ölümünden bunca zaman sonra öngörüleri hâlâ tutuyor diye yâd edilmesi yetmez. Marx’ın analiz ve öngörüsünü benzersiz kılan sisteminin başka boyutları da vardır ve “hakkımız” teslim edilecekse, o boyutlara da sıra gelecektir.

Zaten Marx’ın öğrencileri, hocalarının, holding profları, borsa uzmanları ve medya şarlatanları tarafından doğrulanmasına gerek bırakmamış bulunuyorlar. Dünyada da bizde de, Marksistler yıllardır “bu balon patlar” diyorlardı. Geriye dönük basit bir gözden geçirme, Marksizmin krizin zamanlamasına varana kadar haklı çıktığını gösteriyor. Her boydan burjuva yorumcu ise şaka kabilinden fikir kırıntılarıyla oynamaya devam ediyor. Bir kurtarma paketi açılınca yarım günlüğüne bayram eden borsalar kadar aklı var burjuva “bilimi”nin!

Ama daha fazlası nasıl olsun ki? Neredeyse 40 yıldır liberalizmi, sınırsız piyasacılığı baş tacı eden, ekonominin ve toplumun planlanamayacağından kamu sektörünün verimsizliğine, “her şeyi devletten beklememek” türü atasözü icatlarına kadar saçmaladıkça saçmalayan bir sınıfın düşünürlerinde akıl mı kalır! Doların yükselişine “dalgalı kur” diyebilen bir başbakana, bütün dış pazarlar daralırken “devalüasyonun ihracatı destekleyeceğini” anlatan yetkililere şaşmamak gerek!

İşin özeti liberal ezber büyük bir kayaya toslamış bulunuyor. Herkesin egemen bir ulusal devlet sandığı İzlanda’nın sadece bir finans kuruluşu olduğu görüldükten sonra, piyasa entegrasyonu temelli ve küreselleşme soslu uluslararası işbölümü safsatasını tekrar etmek mümkün görünmüyor. 1990’ların başında “verimsiz merkezi planlama”dan kurtuluşunu kutlayan eski sosyalist ülkelerin iflasa doğru gittikleri bir dünyada, piyasacılık gemisi su almadan yüzebilir mi? Bu tarihsel çuvallamadan sonra burjuva ideolojisinin bir şey olmamış gibi yola devam etmesi mümkün olmayacaktır.

“Bizim” bu denli haklı olduğumuz ve burjuva dünyasının bu ölçüde şapa oturduğu koşullarda Kapital’in “çok satması” yetmez.

Çünkü Marx’a göre sermaye ile yığın yığın para arasında çok temel bir fark vardır. Sermaye dediğiniz şey, bir toplumsal ilişki biçimidir. Toplumsal ilişki olarak sermayenin, doğasından ayrılamayacak davranış kalıpları vardır. Sermaye düzeni herhangi bir hata, eksiklik, cahillik, kaza nedeniyle değil, tam da ve yalnızca “sermaye düzeni” olduğu için kriz üretir. Geri dönmeyecek kredileri verdikçe veren banka ve finans sektörü salak değil, kapitalist olduğu için öyle davranmıştır. Kapitalizm bir tarihsel salaklıktır, o başka…

Kapitalizm krizini atlatır, ama her defasında bir yenisine yelken açmak üzere… Buradan çıkan sonuç son derece yalındır. Açlık, işsizlik, yoksulluk, gericilik ve savaş nedeni olan krizlere karşı kesin önlem, sermaye düzenine son vermektir.

Üretim araçlarının özel mülkiyeti yerine toplumsal mülkiyet. Özel mülkiyetin piyasa anarşisi yerine toplumsal mülkiyetin merkezi planlaması.

Marx’a öyle kuru kuru, bir köşesinden hak vermek olmaz. Madem başladık, hakkımızın tamamını alacağız!

Bunun bir inatlaşma konusu olduğu sanılmasın. Ayrıca hakkımızı kitap üstünde veya masa başında alacağımızı da kimse düşünmesin. Toplumsal mülkiyet ve merkezi planlama demek, burjuvazi yerine işçi sınıfı demektir. Yok sayılan işçi sınıfı, öldü denen sol, burjuva ideolojisinin dağıldığı kriz konjonktüründe alanını genişletmek için hamle yapmayacak da, ne zaman yapacak?

Sosyalizm ve işçi sınıfı itibarını geri kazanmalıdır. Marx’ın hakkı budur.
 
Bugün 17 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol