<B>Devrimci Siteler</B>
   
 
  Ölmeyen Kazanır

Ölmeyen Kazanır ERGUN ÇAĞLAYAN

ABD kurtarma paketinin işe yarayıp yaramayacağı daha çok gündem işgal edecek. Ama paketi hazırlayan yetkililerden bir kısmı da paketin mali daralmayı durdurmayacağını, yalnızca “çöküş” paniğini yumuşatabileceğini teslim ediyorlar. Türkiye’nin krizi için yeterli olacak uzun dönemli bir ekonomik resesyon ihtimali hâlâ çok yüksek. 

Paçavra haline gelmiş finansal varlıklar, mali kuruluşların bilançolarından alınacak ve karşılığında devlet tahvili verilecek. Bu, 2001 krizinde Türkiye’de el koyulan bankalara uygulanan işleme benziyor. ABD’de hükümet, her ne kadar bu 700 milyar doların (ve buna ek olarak gayrımenkul kamu ortaklıklarının ve dev sigorta şirketinin içine koyulan para da eklendiğinde yaklaşık bir trilyon doların) vergi ödeyenlerin cebinden çıkmayacağını, bu paranın bir şekilde geri alınacağını iddia ediyorsa da, pek inandırıcı görünmüyor. 

Tam aksine bu işin ABD ekonomisine maliyetinin 1,4 trilyon dolar olacağını hesaplayanlar daha inandırıcı. Şu an ödenemez hale gelen ev ipotekleri ve bunlara dayalı her tür mali enstrümanın değeri sıfıra yaklaşmak suretiyle erimekte. Ev fiyatları 2009 yılının ilk yarısında da düşmeye devam edeceği için felaket kaynağının gücü azalmayacak. Bunun üstüne bir de ortaya çıkacak ağır durgunluğun kredi kartlarında, tüketici ve küçük-orta ölçek ticari kredilerde yaratacağı (henüz yeni yeni başlayan ve çok hızlı ilerleyeceğinden korkulan) tahribatı düşünün. Devletin, teminat olarak koyduğu fonların en azından bir kısmını kurtaracağını düşünmek için bile iyimser  olmak gerekiyor. Ama devlet aygıtının krize müdahalesi anlamında ABD olanaklarının çok daha fazla olduğu, ABD’nin sanayi üretimini koruma ve kollama kapasitesinde olduğu yabana atılmayacak gerçekler. 

İşin diğer yönü, bankacılık sisteminin gündelik aktivitesinin hâlâ aksamakta oluşu. ABD merkez bankalarının sisteme çeşitli yöntemlerle her gün 800 milyar doları aşkın likidite verdiği bildiriliyor. Mali kuruluşlar birbirine güvenmiyorlar. FED ile bankalar arasındaki ilişki yakın tarihli bankacılık krizlerinden kaynaklanan bir dinamizme sahip olduğu için bu kurum, finansal erime nedeniyle birbirine güvenmeyen ve işlem yapması gereken her bir çiftin arasına hızla garantör olarak girebiliyor. 

İşte Avrupa’yı çökerten en önemli sorun, bu noktada. Çiçeği burnunda Avrupa Merkez Bankası ile Avrupa’nın dev bankaları arasındaki ilişki böyle değil. Londra piyasaları donup kaldı. İş geliyor, Almanlar mı daha kurtarıcı, Fransızlar mı? İrlanda mevduat güvencesi verdi, İngiliz bankalarından mevduat kaçışı oldu, Fortis Fransızlaştırılıyor mu?.. gibi kilitleyici sorunlara dayanıyor. Ve bu sorunların etrafında Avrupa ortak mali sistemi gün be gün çöküşün eşiğine geliyor. İzlanda hükümetinin, devletin para birimiyle birlikte iflasın eşiğinde olduğunu açıklaması, ve Rusya ile dört milyar avroluk bir kurtarma anlaşması için görüşmelere girişmesi, tüm dünyada, ama ortak para sisteminin dışında kalmış olsa da en çok AB’de bir şamar etkisi yarattı. 

FED Başkanı’nın açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla AIG ve Wachovia, ABD vatandaşlarını yakından ilgilendirecek yeni sorunlara yol açmaması için kurtarılmış. Lehman ise “umutsuz vaka” olduğu için batmasına izin verilmiş. Lehman’ın yüklendiği devasa hacimdeki mali enstrümanların çoğunun AB ve Uzakdoğu mali kuruluşları tarafından satın alındığı, ABD içinden mevduat toplamadığı biliniyor. ABD’nin, kurtarma operasyonlarında kendi çıkarlarını gözettiği için iktidara geldiğinde pek Bushçu görünen Merkel’i çok hiddetlendirdiğini görüyoruz. Görüldüğü kadarıyla ABD, önce kısa bir süreliğine bu durumun keyfini çıkardı. Şimdi G8’ler devreye sokulup ABD-AB değil, ABD-Avrupa Ülkeleri ortak paketi ihtimalleri görüşülecek. 

Fortis ve Dexia bankaları kurtarılırken bile birbirlerini kardeş ülke saydığı düşünülen Fransa Belçika ve Lüksemburg, ortak sermayeli bu kurumlar üzerinde kıyasıya bir hamilik savaşına tutuştu. Her iki bankanın da bu ülkeler arasında paylaştırılarak kamulaştırılma ihtimalleri çok yüksek. 

Bir büyük kıyamet de, mevduata güvence konusunda çıktı. Daha tartışma yeni başlamış sayılırdı ki Almanya, “anlaşıldı, ben Alman bankalarındaki mevduata Alman Devleti’nin güvencesini veriyorum” açıklamasını yapıverdi. 

Mevduat garantisi nedir? Mudilerin bankaların batacağını ve mevduatları vadesi geldiğinde ödemeyeceğini düşünmeye başladığının ve mevduatlarını çekmek için banka şubelerine hücum etmek, tüm para sistemini çökertmek üzere olduklarının anlaşılarak devletin duruma el koymasıdır. Yani, tam boy bir bankacılık krizinin tespit edilmesi ve kabullenilmesi. İş, bunun bir “ortak para birimi” ile yapıldığı noktasında içinden çıkılamayacak hale geliyor. 

Uzun vadede çöken mali sistemin altında Çin’in, Almanya’nın ve ABD’nin toptan can verme ihtimali çok zayıf. Birbirleriyle ve kendi hinterlandlarıyla hayatta kalmaya yetecek kadar ekonomik aktivite yaratabilirler. Bugünlerde, Uzakdoğu ekonomisinin ticaret hacminin yarısını kendi içinde gerçekleştirdiğinin sözü çok sık geçiyor. Elbette bir garanti sayılmaz ama küçülerek ayakta kalınabilecek bir ekonomik bölge temeli var. Ama, örneğin bir Portekiz için, İzlanda için, Balkan ve Baltık ülkeleri için, hatta İspanya için, İngiltere için aynı şeyi aynı rahatlıkla söylemek mümkün mü? Çoğunun bir para birimi bile kalmamışken... 

İşte “ulus ötesi sermaye” hikayelerinin hazin sonu. Sermayenin en güçlü reflekslerinden biri antikomünizmse, diğeri kriz karşısında sermaye-devlet ilişkisini hızla gelenekselleştirerek ulusal ölçeği devreye sokmak. Ve yeni safhalara tahmin edilenden çok daha hızlı atlayan krizin yarattığı panik hali, sermayenin saf reflekslerini sergilemesi için bir laboratuar olma özelliği sergiliyor.

 
 
Marx’ın Hakkı AYDEMİR GÜLER

Konu dışı bir notla başlıyorum. Bir keresinde daha kısa süre öncesine kadar Cumhuriyet’te yazan bir gazeteci hakkında, tam da eski çalışma arkadaşları yaka paça toplanırken, kalkıp “Ergenekon’un sonuna kadar gitmesi”nden dem vurmanın etik olmadığını söylemiştim. Türkiye solunda, artık Merdan Yanardağ da içeri alınmışken “sonuna kadar” saçmalığını tekrarlayanın sadece siyasi aklından değil ahlakından da kuşku duyulur!

Ergenekon kontrgerillayı konu alan bir hukuk süreci değil, ABD-Gülen-AKP üçgeninin siyasi ve ideolojik bir operasyonudur dedik durduk. Bu tezin bir kez daha kanıtlanmasına vesile olan Merdan’a geçmiş olsun…

Konumuz ise kitapları çok sattığı ve krizi ne kadar da iyi öngördüğü konusunda yaygın “geyiklere” malzeme olan Marx’la ilgili. Her elini attığı şeyi inanılmaz bir hızla çürüten düzenin şimdi Marx’a uzanmasından keyif ve tatmin duymak yersiz olur.

Endişelenip kaçalım demiyorum. Tam tersine. Marx’ın haklı çıktığını düşünen burjuvalar mı var etrafta? Öyle yarım yamalak hak vermek olmaz, diyeceğiz. Marx’ın yalnızca kapitalizmin kriz mekanizmalarını iyi analiz ettiği için ve ölümünden bunca zaman sonra öngörüleri hâlâ tutuyor diye yâd edilmesi yetmez. Marx’ın analiz ve öngörüsünü benzersiz kılan sisteminin başka boyutları da vardır ve “hakkımız” teslim edilecekse, o boyutlara da sıra gelecektir.

Zaten Marx’ın öğrencileri, hocalarının, holding profları, borsa uzmanları ve medya şarlatanları tarafından doğrulanmasına gerek bırakmamış bulunuyorlar. Dünyada da bizde de, Marksistler yıllardır “bu balon patlar” diyorlardı. Geriye dönük basit bir gözden geçirme, Marksizmin krizin zamanlamasına varana kadar haklı çıktığını gösteriyor. Her boydan burjuva yorumcu ise şaka kabilinden fikir kırıntılarıyla oynamaya devam ediyor. Bir kurtarma paketi açılınca yarım günlüğüne bayram eden borsalar kadar aklı var burjuva “bilimi”nin!

Ama daha fazlası nasıl olsun ki? Neredeyse 40 yıldır liberalizmi, sınırsız piyasacılığı baş tacı eden, ekonominin ve toplumun planlanamayacağından kamu sektörünün verimsizliğine, “her şeyi devletten beklememek” türü atasözü icatlarına kadar saçmaladıkça saçmalayan bir sınıfın düşünürlerinde akıl mı kalır! Doların yükselişine “dalgalı kur” diyebilen bir başbakana, bütün dış pazarlar daralırken “devalüasyonun ihracatı destekleyeceğini” anlatan yetkililere şaşmamak gerek!

İşin özeti liberal ezber büyük bir kayaya toslamış bulunuyor. Herkesin egemen bir ulusal devlet sandığı İzlanda’nın sadece bir finans kuruluşu olduğu görüldükten sonra, piyasa entegrasyonu temelli ve küreselleşme soslu uluslararası işbölümü safsatasını tekrar etmek mümkün görünmüyor. 1990’ların başında “verimsiz merkezi planlama”dan kurtuluşunu kutlayan eski sosyalist ülkelerin iflasa doğru gittikleri bir dünyada, piyasacılık gemisi su almadan yüzebilir mi? Bu tarihsel çuvallamadan sonra burjuva ideolojisinin bir şey olmamış gibi yola devam etmesi mümkün olmayacaktır.

“Bizim” bu denli haklı olduğumuz ve burjuva dünyasının bu ölçüde şapa oturduğu koşullarda Kapital’in “çok satması” yetmez.

Çünkü Marx’a göre sermaye ile yığın yığın para arasında çok temel bir fark vardır. Sermaye dediğiniz şey, bir toplumsal ilişki biçimidir. Toplumsal ilişki olarak sermayenin, doğasından ayrılamayacak davranış kalıpları vardır. Sermaye düzeni herhangi bir hata, eksiklik, cahillik, kaza nedeniyle değil, tam da ve yalnızca “sermaye düzeni” olduğu için kriz üretir. Geri dönmeyecek kredileri verdikçe veren banka ve finans sektörü salak değil, kapitalist olduğu için öyle davranmıştır. Kapitalizm bir tarihsel salaklıktır, o başka…

Kapitalizm krizini atlatır, ama her defasında bir yenisine yelken açmak üzere… Buradan çıkan sonuç son derece yalındır. Açlık, işsizlik, yoksulluk, gericilik ve savaş nedeni olan krizlere karşı kesin önlem, sermaye düzenine son vermektir.

Üretim araçlarının özel mülkiyeti yerine toplumsal mülkiyet. Özel mülkiyetin piyasa anarşisi yerine toplumsal mülkiyetin merkezi planlaması.

Marx’a öyle kuru kuru, bir köşesinden hak vermek olmaz. Madem başladık, hakkımızın tamamını alacağız!

Bunun bir inatlaşma konusu olduğu sanılmasın. Ayrıca hakkımızı kitap üstünde veya masa başında alacağımızı da kimse düşünmesin. Toplumsal mülkiyet ve merkezi planlama demek, burjuvazi yerine işçi sınıfı demektir. Yok sayılan işçi sınıfı, öldü denen sol, burjuva ideolojisinin dağıldığı kriz konjonktüründe alanını genişletmek için hamle yapmayacak da, ne zaman yapacak?

Sosyalizm ve işçi sınıfı itibarını geri kazanmalıdır. Marx’ın hakkı budur.
 
Bugün 20 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol